3

Yerel Seçimler ve Nur Serter

Posted by Trevanian on 02:26 in , , ,

Seçim yaklaştıkça siyasilerin vaadlerde bulunup propaganda yapması işin şanındandır. Başkan adayları televizyon televizyon gezip oylarını arttırmaya çalışır. Partilerin genelbaşkanları da oylarını arttırmak için çeşitli hamleler yapar…

Önümüzdeki yerel seçim için en çok ses getiren olay CHP nin çarşaf turban açılımı oldu. Parti içinde, siyasiler arasında, sokakta gündemi meşgul etti bu hamle. Kimisi destekledi kimisi muhalefet eti. CHP içinden de eleştirel sesler çıktı.

Beni hayretler içinde bırakan eleştirenlerin arasında sesinin en gür çıkacağını düşündüğüm Nur Serter’i türbanlı bir bayana rozet takarken görmek oldu. Önce şaşırdım, sonra güldüm, sonra acıdım. Ne kadar zavallı bir insane dedim içimden. AKP ve SP nin turban üzerinden oy avcılığı yaptığını söyleriz ya sık sık. Nur serterin yaptığı onların yaptığından bin kat, milyon kat daha samimiyetsiz bir avcılık denemesi.


.

Kimdir Nur Serter ? İstanbul Üniversite’si eski öğretim görevlisi bir dönem rektör yardımcılığı da yaptı. Kemal Alemdaroğlu’yla beraber bazı yaratıcı! projelere imza attılar. En populeri “İkna odası” projesidir . Ne yapılıyordu bu ikna odalarında ? Olay kısaca şöyle, başörtülü kızlar okulun girişinde ikna odalarına alınıyordu. Buralarda başlarını açmaları gerektiği telkin ediliyor bunun yanında aşağılayıcı ve üstü kapalı tehditlerde bulunuluyordu. Başörtüsünün İslam’da yeri olmadığı! anlatılıyordu. Nur Serter’lerin dünyayı algıma biçimlerinin doğru olduğu diğer herkesinkisinin yanlış olduğuna insanlar ikna edilmeye çalışılıyordu.

İkna odaları açık seçik faşist bir zihniyetin ürünüdür. Aksini iddia eden bir arkadaş varsa gerekçelerini gerçekten duymak isterim. Onlarca öğrencinin başı kapalı olduğu için eğitim hakkını elinden alan, okuldan uzaklaştıran Nur Serter bugün oy avcılığı yapıyor türbanlılara rozet takarak.

Başörtüsü yasağı başlıbaşına bir yazı konusu ona girmiyorum şimdi. Ben kişisel olarak sonuna kadar karşıyım ama bu yasağın mimarlarından olan ve bu konudaki tavrı herkesin malumu olan bir insanın sanki türbanlı insanları umursuyormuş gibi rol yapmasına kızıyorum. Zamanında Atilla Yayla televizyonda Nur Serter'e çok güzel cevaplar vermişti, onu da paylaşayım istedim;





|
0

Türkçe’nin Yozlaş(tırıl)ması

Posted by Trevanian on 16:56 in ,


Bir önceki yazıda Türkçe’nin yozlaşmasında yabancı dillerin etkisinden bahsetmiştim. Şimdi bir diğer önemli husus olan Türkçe’nin özensiz kullanımına değinmek istiyorum.

Televizyonlarda, gazeletelerde, sunumlarda, bloglarda,forumlarda Türkçe sık sık katlediliyor.
Dili en güzel kullanması gereken sunucular, yazalar ve gazetelciler inanılmaz hatalara imza atıyorlar. Yazım yanlışarı, anlatım bozuklukları, kelimelerinin anlamlarının dışında kullanılması, atasözleri ve deyimlerden alakasız çıkarımlar yapılması, uzatılması gereken hecelerin kısa telaffuz edilmeleri daha neler neler…

Hakkı Devrim “dahi” diyeceğine ısrarla “dâhi” diyen sunucu için “Gazeteden çıkıyordum. Hürriyet binasından aşağı indim, ışıklar dikkatimi çekti. Meğer bu televizyon mülakatı orada yapılıyormuş.Bir an küçük bir çılgınlık geçti aklımdan. Kapıyı açıp, içeri girip adama bir kafa vurayım, tarihe geçer ve bir daha 'dahi' ile 'dâhi' yi karıştırmaz. Sonra 'Hadi Hakkı yürü' dedim, 'Yapma.' Yapamadım ama hiç olmazsa aklımdan geçti” demiş. O yaşlı başlı efendi adamı bile zıvanadan çıkartıyorlar yani. Hala gazetelerde “herşey, bir gün, yada,suç üstü, baş vurmak” gibi yazım yanlışlarına sık sık rastlıyoruz. Hala “sayesinde” demesi gerekirken “yüzünden” diyen muhabirler var.



Peki bizim gibi blog yazanlar ve benzer durumdaki insanlar Türkçe’ye ne kadar özen gösteriyor ? Çoğumuz dil bilgisi ve yazım kurallarına ileri seviyede hakim değiliz çünkü farklı alanlarda eğitim aldık.Bir gazeteci kadar düzgün bir dil kullanmamız beklenemez ama en azından bir vasatı yakalamamız lazım. Büyük harfle yazılması gerekenleri büyük harfle yazalım artık.Virgül kullanmak gerekiyorsa kullanmaktan çekinmeyelim. İnternet ortamında yazarken ç,ğ,ö,ü,ş,i harflerini de kullanalım mesela.Bir de şu “de” ler “ki” ler gerektiğinde ayrı yazılsın artık. (Hala ne zaman ayrı yazılır diyorsanız tepkili bir arkadaşın sitesi aydınlatsın sizi www.dahianlamindakideayriyazilir.com)

Dilimiz yozlaştıkça insanların kendini , düşüncelerini ifade etmekte nasıl zorlandıkları ortada. Sokakta TV kanallarının vatandaşlarla yaptığı röportajlardan rastgele birkaçını izleyin YouTube dan. Üst eğitim seviyesinden insanların bile doğru düzgün iki cümle kuramadıklarına çokca rastlarsınız. Söylemek istedikleri çok düzgün şeyler olsa da düşüncelerini ifade etmekte nasıl aciz kaldıklarına şahit olursunuz.

Uzun lafın kısası güzel ve zengin bir dilimiz var kıymetini bilelim. Konuşurken ve yazarken Türkçe'ye azıcık özen gösterelim.

|
2

Türkçe Meselesi

Posted by Trevanian on 23:18 in , , ,

Türkçe meselesini enine boyuna ele almak var aklımda ne zamandır. Çok geniş bir konu olduğundan parça parça değinmeye karar verdim. Türkçe’nin yozlaştırılması, Türkçe’nin sadeleştirilmesi çabaları, Türkeçe’nin siyasallaştırılması gibi konulardaki görüşlerimi sırayla paylaşacağım.Başlangıcı Türkçe’nin yozlaştırılmasıyla yapıyorum...



Türkçe’nin Yozlaş(tırıl)ması

Anadilin bir toplum için ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunun yeterince farkında olmadığımızı düşünüyorum. O yüzden öncelikle anadilin önemi üzerine üç beş kelam etme ihtiyacı duydum.

Anadili en güzel tanımlayan cümle benim gözümde “Kültür Bayrağı” dır. Dünyada hakim olan ulus devlet modelinin en önemli ayağı da dilidir. Tarihe baktığımızda dilini korumayı berecebilen toplumlar kültürlerini de korumuşlar ve zaman zaman bağımsızlıklarını kaybetseler, sömürüye maruz kalsalar da varlıklarını korumuşlar, silinip gitmemişler. Öte yandan tarih sahnesinden silinip giden veya sömürgeye dönen toplumlar için son dillerinin kaybolmasıyla başlıyor. Bu konuda bolca örnek için Oktay Sinanoğlu’nun çeşitli konuşmlararından derlenen kitaplarından herhangi birine bakabilirsiniz ( Genelde
kitapları birbirine benzer ) .

Türkçe’nin bugün yaşadığı sorunların başında zamanında Batı dillerinin olumsuz etkileri ve halkın gözündeki itibarının yavaş yavaş eritilmesi var. Yabancı dillerin olumsuz etkilerini konusu yanlış algılamalara ve saptırmalara maruz kaldığı için biraz açalım. Diller yaşayan orgamizmalara benzer, zamanla farklılaşır, çevresiyle etkileşir. Bu cerçevede başka dillerle alışveriş içinde olması normaldir. Dilimizde olmayan dışarıdan gelen yeni kavramlar, icadlar vb için düzgün karşılıklar bulunamıyorsa toplum normal olarak onları geldikleri dildeki halleriyle kullanıyor. Özellikle bilişim alanında buna sık rastlıyoruz. Haliyle yabancı kökenli tüm kelimeleri atmaya kalksak Türkçe kuşa döner.Dilde sadeleştirme konusuna başka bir yazıda ayrıca değineceğim şimdilik bu kadar yeter.

Peki normal olmayan etki nedir?

Normal olmayan Türkçe’nin doğal olmayan bir süreçle İngilizce’nin kucağına itilmesi.Türkçe’de tüm halkın anladığı çok güçlü kelimelerin yerine bile İngilizce’karşılıklarının kullanılmaya çalışılması. Son derece donanımsız insanlar önemli yerleri işgal ettiğinden midir bilinmez, kendi yetersizliklerini konuşmalarının arasına yabancı dil bilmeyenlerin anlamadığı Türkçe’de çok güzel karşılıkları olan kelimeler sıkıştırarak örtmeye çalışıyorlar. Bu hasta zihniyet, onları takip edenlere de sirayet ediyor. Bakıyorsun orta seviyede bile yabancı dil bilmeyen insanların dillerinden “check etmek” , “ relax olmak”, “security”, “emergency” lafları eksik olmuyor. “İllegal”, “mentalite” “jenerasyon” gibilerini yadırgamıyorum bile artık. Özellikle bazı üniversite öğrencileri öyle bir dille konuşuyorlar ki konuştuklarını ne İngiliz anlar ne Türk. 18 yaşına kadar doğru düzgün konuşan bu gençler üniversiteye gelince garip bir kendini ispatlama çabasıyla Oktay Sinanoğlu’nun Tarzanca dediği dili konuşuyorlar.



Diğer bir konu aynı aşağılık duygusunun ürünü olarak işletme isimlerinin ya doğrudan yabancı dilde olması ya da Türkçe kelimelerin İngilizce tarzda yazılması. Taksim olmuş “Taxim” , Rumeli “Roumeli” diye yazılıyor hatta kendi adını “Ayshe” diye yazınca daha bir havalı olduğuna inanıyor insanlar. Öte yandan yüzde yüz yerli malı olmalarına rağmen markaların isimleri yabancı olmazsa tutulmayacağına da inanıyorlar.İsimleri "De Facto" , "Derby" olan bir yandan da adice milli duyguları sömüren, milliyetçi reklam kapmanyaları düzenleyen markalar var. Aynı durum hizmet sektöründe de geçerli. İnsanların yemek yediği, çay kahve içitiği , eğlendiği mekanların isimleri genelde ya yabancı ya da garip bir şekilde yazılmış.

Türk Dil Kurumu’nun belediyelerle yürüttüğü bir çalışma var. İsimleri Türkçe olmayan işletmelere ruhsat vermeyen her partiden çok sayıda Belediye var. Şimdi ben şu yasaklansın bu yasaklansın demiyorum. Bu işlerin çözümünün yasak olmadığı çok açıktır. Ancak yerel yönetimler Türkçe isim kullanılmasını teşvik edebilir ve bu konuda pozitif ayrımcılık yapabilir. Ne bileyim, yabancı isimli mekanlardan dah yüksek vergiler alınır mesela.




Peki kapsamlı çözüm nedir?

Yanlışlık insanların algısında ve yaratılan olumsuz ortamdadır. O zaman bu algının kırılması ve halkın tamamının diline tekrar saygı duyması , adını “Ayşe” diye yazmaktan çekinmemesi lazım. Zamanında Türk Lirası’nın itibarı için yapılan kampanyaların bir benzeri Türkçe için de yapılabilir. Bu konuda en büyük görev medyaya düşüyor çünkü insanlar televizyonda neyi görürse ona özeniyor bu çok aşikar. Toplumun örnek aldığı erkanlarda sık görünen kişiler dillerine karşı daha duyarlı olmalılar. Bu tarz insanlar yok değil, Kenan Işık, Nebil Özgentürk, Hakkı Devrim gibi dil konusunda hassas insanlar var ama sayıları fazla değil.

Türkçe karşılık türetme konusuna gelirsek Türk Dil Kurumu birçok başarılı örnekte olduğu gibi halktan kabul görecek karşılıklar bulmalı. Yeri gelmişken belirteyim TDK hakkında bazı şehir efsaneleri var, dil konusu açıldığında kulaktan dolma bilgilerle muhalefet etmeyi seven tipler hemen bunları örnek verir. TDK otobüse oturgaçlı götürgeç , lokantaya sosyal otlangaç, CD ye yoğun tekerlek demiştir! Kaynak? Arkadaştan duydum. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bunlar yalan, bunları türetip ortalığa salanlar olmuş ama TDK bunu asla benimsememiştir, askini iddia eden beri gelsin.

Anadiline önem vermek yabancı dil öğrenmeyelim demek değildir. Anadile önem vermek yabancı düşmanlığı yapmak değildir. Anadile önem vermek milliyetçilik / ulusalcılık/ırkçılık yapmak değildir. Anadile önem vermek kapalı toplum olalalım demek değildir. Bu düşünce sisteminin ürünü olan yaklaşımlarla muhalefet etmeyin lütfen. Eleştiriye açığım ama herkesin bildiği şeyleri tekrar tekrar birilerine anlatmaya üşeniyorum açıkçası.


Son olarak Tayyip Erdoğan’dan Doğu Perinçek’e kadar herkesin Atatürkçü olduğunu iddia ettiği bir ülkede O’nun bir sözüyle noktayı koyayım;

Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki; bu dil şuurla işlensin


|
0

Waltz With Bashir 2008

Posted by Trevanian on 11:13 in , , ,

İsrail’li yönetmen Ari Folman’ın eseri olan şahane bir animasyon film. Film Ekimi’nde gösterilmişti ama onun dışımda Türkiye’de vizyona girdi mi bilmiyorum açıkçası.

1982 yılında Lübnan İsrail tarafından işgal edildi. Bu işgal sırasında 900 civarı Filistinli mültecinin can verdiği , yakın zamanın en kanlı katliamlarından birisi yaşandı, Sabra ve Şatilla. Filmin konusuna gelince;

Bu katliamlar sırasında İsrail Orudusu’nda askerlik yapan Ari Folman’ın aradan 20 yıl geçmesine rağmen savaşın etkilerini atlatamamıştır. Bunun yanında hafızasında o günlere dair hemen hemen hiçbir anı kalmamıştır. Bununla yüzleşemeye ve o dönemde birlikte olduğu asker arkadaşlarıyla konuşarak hafızasını tazelemeye karar verir. Tazelenen aslında Ari Folman’ın değil önce İsrail’in sonra insanlığın hafızası bana göre. Konuştuğu her farklı kişiyle olaylar biraz daha netleşir ve aslında orada olan coğu askerin bu sorumluluk altında az çok ezildiği de ortaya çıkar. Filmde kimseyi aklama veya karalama gayesi güdülmemiş. Doğuda ve batıda herkesin görmezden geldiği, yoksaydığı o günler tüm çıplaklığıyla bir İsrail’li yönetmen tarafından anlatılmış.

Eleştirilebilecek tek yönü,Sabra ve Şattila’daki katliamları İsrail Ordusu’nun değil Falanjist’lerin yaptığını ve onların suçunun sadece buna göz yummak olduğunu işlemesi. Gerçek şu ki Falanjistler İsrail’den bağımsız hareket etmiyorlardı. Bu katliamın organizatörü ve birinci dereceden sorumlusu Lübnan Kasabı olarak bilinen, resmen bir savaş suçlusu olan dönemin savunma bakanı Ariel Şaron’dur. Kendisinin daha sonra nerelere yükseldiği malum. Yani olayda Filistinliler’I katleden Falanjistler’e dur dememekten öte bir sorumluluğu var İsrail’in.

Tabi bu arada Sabra ve Şatilla’ya kadar İsrail’in her dönemde klasik olarak işlediği sivil cinayetlerine değinilmiş ve olaylarda Ariel Şaron’un art niyeti net bir şekilde ifade edilmiş.


|

Copyright © 2009 BoŞ MuHaBBeT ; Hiçbir hakkı saklı gizli değildir, ortalık malıdır