0

Ertuğrul Bey'ciğim şiiri

Posted by Trevanian on 09:24 in ,
1990 lardan itibaren her türlü pis işin içinde olan bir medya grubu varsa o Doğan Medya'dır. Onların pisliğine ne Uzanlar ne Karamehmet ne Ciner ne de dinci medya yetişebilir. Doğan Medya'nın basındaki lokomotifi de kendi tabirleriyle "Amiral Gemi" Hürriyet Gazetesi. Kaptan Özkök geçen dün yılbaşından sonra genel yayın yönetmenliğini bırakıp sıradan bir yazar olarak devam edeceğini açıkladı. Gezdiği şehirleri içtiği şarapları doya doya yazar artık. Ertuğrul Özkök'ün yirmi yıldır oturduğu tahtını bırakacağını açıklamasının ardından Salih Tuna duygu yüklü, içleri acıtan bir şiir! yazmış.

Ertuğrul Bey'ciğim şiiri

Hürriyet'te 20 yıl süren Ertuğrul Özkök dönemi kapandı. Gazeteler

"It was a good life" diyerek veda ederken bize,

Renkli Türkçe gözyaşlarımızla kalakaldık öylece.

Belki dediğin gibi rahatladın gerçekten,

"Tüy gibi hafifim" derken haklısın belki,

Zaten hep hafiftin desek de faydasız artık.

Gitme dur, n'olursun!

Öksüz bırakma "sitcom" gazeteciliğini,

Sap gibi ortada kalmasın Ahmet Hakan kardeşim.

Haydi git yalan söyledim,

Senin halin hiç uymaz o şarkıya,

"Yıllar sonra dün gece ilk kez 7 saat uyku uyudum" demişsin madem,

Haydi git.

Git ama unutma,

Sen uyursan, Tufan Türenç uyursa,

Özdemir İnce'ler uyursa,

Nasıl uyanık kalacak bu millet!

Yedi saat uyudun da ne oldu sanki!

Anında uyandı Mehmet Yakup Yılmaz,

Ruşen Çakır'ın "Basın Odası"nda,

Yumdu gözünü açtı ağzını:

"Doğan Grubu'nun hükümetle yaşadığı sorunlar, '411 el kaosa kalktı' gibi manşetler… Bunlar haliyle bir yayın yönetmenini yıpratır…"

Vay uyanık vay!

Fırsat bilip uyumanı, bak nasıl da satıyor seni.

Gerçi bu saatten sonra kim satarsa satsın koymaz sana,

Ama…

Daha gözyaşlarımız kurumadan yanaklarımızda,

Böyle "dalyanak" bir açıklama yine de koyuyor adama.

Üstelik…

"Zor duruma düşünce meydanlara çıkıp bizlere sallayan ilk Başbakan da Recep Tayip Erdoğan değil. Göreceksiniz, sonuncusu da olmayacak…" diye efelenen kendisi değilmiş gibi.

Kaptanıydın amiral gemisinin,

Bilmediğin, girmediğin konu yoktu,

"Tesettür faciası" manşeti için testisten girer,

Papa'nın İstanbul ziyareti vesilesiyle teslisten çıkardın.

Ne renkli adamdın sen Ertuğrul Bey'ciğim,

Bir barışseverdin bir savaşçı,

Bir demokrattın bir darbesevici,

Bir Başbakana el uzatmalıyız derdin,

Bir Başbakan bize el uzatsın diye yalvarırdın.

"Ertuğrul Özkök medyanın Turgut Özal'ıdır" demiş, Cüneyt Ülsever.

Fena yanılıyor çakma liberal,

Turgut Özal olmak sınırlar seni.

Hem Özal, hem Demirel'sin sen,

Hem Mesut Yılmaz, hem Çevik Bir

Hem Tansu Çiller, hem İlker Başbuğ,

Hem İlhan Selçuk, hem Hasan Cemal,

Hem Aydın Doğan…

Hem parayı veren düdüğü çalar,

Fena yanılıyor senin çakma liberal.

Yeryüzünün hangi Turgut Özal'ı,

"Her şey hukuktan ibaret değil" diyebilir ki!

Ne güzel genel yayın yönetmeniydin Ertuğrul Bey'ciğim,

Bir öyleydin, bir böyle,

Beyninin kozmik odalarını açardın herkese,

En kabız köşe yazarı gününü kurtarırdı sayende.

Ah Ertuğrul Bey'ciğim artık kalemim kalkmaz sana!

Altmışlı yıllarda olaylar yaratan bir oyunu vardı Aydın Engin'in,

"Devr-i Süleyman"dı adı,

Süleyman Demirel devrilince,

"Devrik Süleyman"a dönüştü, Dostlar Tiyatrosu'nda.

Devr-i Ertuğrul'a çok söyledim, çok çaktım,

Lakin ağzımı açmam Devrik Ertuğrul'a.

Bakarsın Umre'ye gideriz birlikte,

Devenin yularını veririm eline,

Tavaf ederken düşünemezsin Dan Brown'u

(……)

Ah Ertuğrul Bey'ciğim artık kalemim kalkmaz sana!


Bu da şiirden bir kesit (Kendi sesinden !)


|
0

Başımıza bu da geldi

Posted by Trevanian on 20:00


Sabah erken kalkanın komik içerik üretme peşinde olduğu şu zamanlarda
MSN den kız isteme, Dünürlerle webcam aracılığıyla tanışma temalı güldürü denemelerine sıkca şahit olmuştuk. Çoğu da güldürmeyi geçtim ufak bir tebessümü bile zor yaratıyordu. Gerçeği şakasından daha komikmiş meğer. Adamlar yapmış arkadaş...


Amerika'da yaşayan damat yoğun! işleri nedeniyle Adana'daki kendi düğününe gelememiş. Skeç, şaka, fıkra falan değil bildiğin gelmemiş paşam. Salon kiralandı bütün hazırlıklar yapıldı, boşa gitmesin diye düğünü sadece gelinle yapmışlar. Damat NASA da çalışıyor ve Mars'a yollanacak insansız aracı zamanında teslim etmek için gecesi gündüzüne karışmış olsa tamam derim. Arkadaşım benzinlik işletiyormuşsun. İş yoğunluğu ne demek yahu?! İnsan kendi düğününü eker mi ulan? Onu geçtim 3G teknolojisiyle düğüne bağlanıp gerdan kırmak, geline ilanı aşk edip, kaynanaya el sallamak ne tür bir ruh halinin meyvesidir? Doğu-Batı sentezi mi desem vat iz matriks ulan mı desem bilemiyorum. Felaket tellallığı yapmak gibi olmasın ama 3 vakte kadar bunlar feysbuk üzerinden ilişkilerini bitirir kaynana da bunu beğenirse şaşırmam.
Ama gönül isterki bir ömür çevrimiçi olsunlar, birbirlerine gülücük mülücük yollasınlar, feysbukda bağ bahçe sahibi olup mutlu mesut yaşasınlar....

|
0

İtiraf

Posted by Trevanian on 02:33



Birkaç ay önce İsveçli bir gazeteci İsrail'li askerlerin organlarını çalmak için Filistinliler'i öldürdüğünü, organlarını ailelelerden izinsiz şekilde aldığını iddia eden bir haber yaptı. Akabinde haberi yapan gazeteci, o gazetenin yazı işleri müdürü "NAZİ" ilan edildi. İKEA ya boykot kampanyaları yapıldı. Anti-semitizm karşıtı gönül insanları haberi sonuna kadar tepki ve sıfır kuşkuyla karşıladılar.

Aradan 3-4 ay geçti ve ABD li bir bilim adamının 2000 yılında İsrail'de bir adli tıp enstitüsünün başkanlığını yapan Dr. Yehuda Hiss ile yaptığı bugüne kadar yayımlanmamış olan bir mülakat ortaya çıktı. Hiss mülakatında şöyle diyormuş “Korneaları alarak başladık. Yapılanlar resmi değildi. Ailelerden hiçbir izin istenmedi”. Şimdi kendilerini bu olaylar en son 10 sene önce oldu artık yapılmıyor falan diyerek savunuyorlar. İsveç gazetesinin haberi hala muallakta çünkü ölünün organını izinsiz almak her ne kadar insanlık dışı bir uygulama olsa da birisini organını çalmak için öldürmek kadar adice değil. Bunu araştırabilecek bir gazete veya kurum var mı? Tabiki yok. Ancak hesapta olmayan kontrol dışı birisi ipliklerini pazara çıkartırsa öyle öğreneceğiz.

|
4

Filler ve Çimen

Posted by Trevanian on 09:26 in , , ,

Yok yok Derviş Zaim'in filminden bahsetmiyorum. Bizim hayatımız için kritik olan, bizim geleceğimizi şekillendiren konularda karar veren ve insiyatif kullanan insanların pervasızlığının sonuçlarına hep bizim katlanmamızdan bahsediyorum.


28 Şubat postmodern darbesinin ardından ülkede zaten varolan hukuksuzluk tavan yapmış ve çıkartılan bazı yeni yasalarla baskı, şiddet ve adaletsizlik meşru bir zemine oturtulmuştu. Meslek Liseleri için katsayı uygulaması işte bu yönetimin bir ürünü olarak 1999 da yürürlüğe girdi. Amaç imam-hatip liselerinin önünü kesmekti. Devlet'in kendi yasal eğitim kurumunun önünü kesmeyi kednine şiar edinmesindeki absürdlüğe hiç değinmeden geçiyorum. O güne kadar bir üniversiteye yerleşme umuduyla çalışan meslek liseli ve imam-hatipli gençler doğrudan devre dışı bırakıldılar. Onların hayattan beklentileri, umutları, hayallari kimsenin umrunda değildi. Çevik Birlerin içine sinen bir düzen olması için pek tabiki onların hayatları zindan edilebilirdi. İdeolojik yaklaşımlarla alınan karara edilen itirazları Danıştay "Ben bilmem onu benim YÖKüm bilir" diyerekten reddetti.

Darbe meyvesi olan adına YÖK denen yerde karar alan Profesör titrli insanların ya zerre kadar umursamadıklarından ya da onca akademik kariyere rağmen mercimek kadar zekaya hasıl olmadıklarından ötürü saçma sapan sınav sistemleri kondu ve her 1-2 yılda bir daha saçma bir sistemle değiştirildi. Üniversiteye giriş sınavında okulda öğrettiklerini değil dershanelerde öğretilenleri sorduklarını farkeden YÖK, sınavda okulda öğrenilenleri sormak yerine okulu da boşlamasınlar diye Ortaöğretim Başarı Puanının katkısını yüksek seviyelere çekmek gibi bilimsel ve dahiyane bir çözüm bulmuştu.

Ortaöğretim başarı puanı denen icad mantık sınırlarını zorluyordu. Hiçbir bokun standartının olmadığı, bir okuldaki en başarılı öğrencinin başka bir okuldaki en zayıf öğrenciden bile geride olabildiği ülkede gireceğin üniversiteyi mezun olduğun okuldaki konumun belirliyordu. Benim okuduğum zamanlarda bizim okulun zaten hepi topu 90 kişi civarı olan lise 2. sınıfların yarısı ilk dönem okulu terkedip düz liselere gitmek zorunda kalıyordu. Her yıl binlerce öğrenci daha iyi eğitim alma imkanları varken OBP mağduru olmamak için kurulu düzenlerini ve sosyal çevrelerini bırakıp çil yavrusu gibi sağa sola dağılıyordu. Birçok Özel Kolej OBP'yi optimize edecek şekilde öğrencilerin notlarını ayarlıyor, okullarda öğretmenlerin elinde kuklaya dönen öğrenciler daha yüksek not almak uğruna kendi öğretmenlerinden özel der almaya mahkum ediliyordu. Sınavda çıkan soruların okulda öğretilenlerle pek alakası olmamasından ötürü lise sonda asgari ücretli bir insanın bir yıllık net kazancı civarında ücretleri olan dersanelere gitmek zorunda kalan öğrenciler artık OBP yüksek gelsin diye okula destek amacıyla dershanelere 3 yıl boyunca gitmek zorundaydılar. Yani varlıklı olanlar bir şekilde yolunu buluyor OBP'yi yukarlara çekiyor olan gene fakir fukaranın çocuğuna oluyordu.

Bu olaylar cereyan ederken sene 2001-2002 civarlarıydı. OBP uğruna okulda hocaların yaptığı haksızlıkları sineye çeken, gıkı çıkmayan arkadaşlar okuldan ayrılırken içlerinde kalan uktelerini birazda abartılı şekilde gideriyorlardı. Gel gelelim bizim sınava gireceğimiz sene OBP gene değişti ve okulun başarısı bu sefer belirleyici oldu. Eskisinden daha mantıklı bir sistem değildi bu ama bu sefer bizim okullar avantajlı olmuştu.Hocalarla kavga küfür okuldan ayrılan çocuklar okula geri dönebilmek için atmadık takla, dilemedik özür bırakmadılar.

Daha 14-15 yaşlarında bunları yaşayan, okuldaki öğretmenine özel ders kılıfı altında rüşvet veren,yüksek not için yalakalığı düstür edinmeye yönlendirilen, aman kimseyle ters düşüp geleceğimi yakmayayım diye her türlü pisliği sineye çeken, böyle bir yapı içinde eğitilen çocuklardan ileride ne bekleyebilirsin ki? Büyüyünce de ihale almak için rüşvet veren, siyasiye bürokrata yalakalık yapan bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen, kendine saygısı olmayan tipler olacaklar garanti.

Neyse, çok şükür bu absürdlükler içinden tereyağından kıl çeker gibi, kendi adıma herhangi bir mağduriyete uğramadan sıyrılıp kaçmıştım. Ben çıktığımda sene 2003 tü ve bizden sonra en az bir kez sınav sistemi değişti. Değişmeyen olay meslek liselerinde okuyanlara üniversitelerin kapılarının hala kapalı olmasıydı.



Takvimler 2008 yılını gösterirken YÖK başkanı değişmişti. Yeni başkan hükümetin adamıydı. Bunu ben değil yukarıda "Yök başkanı gayet güzel sözler söylüyor" diyen müsteşara "İsterse Söylemesin" diyen yumurtacı bakan Unakıtan söylüyordu. YÖK, hükümet, Köşk ve yanlışı düzeltme şansı AKP nin elindeydi. 2008'e yetişmeyen düzelenleme 2009 yılı için müjdelenmişti. 2009da, darbe dönemi gelen katsayı uygulaması kalkacak yarışa herkes aynı yerden olmasa da eskisine oranla biribirine daha yakın başlayacaktı. Yüzbinlerce öğrenci 2008 de tercih yapmadı bu yüzden. Herşeyin daha iyi olacağı umuduyla 2009 u bekledi. Bu arada AKP imam-hatiplileri diyanet üzerinden kamuya sokuyor ordan çeşitli kurumların üst mertebelerine dağıtım yapıyordu. Bu tipik yağmacı kadrolaşmacı tutum imam-hatiplilere cüzzamlı gözüyle bakan laikçi kesimin vesveselerini iyiden iyiye arttırdı. Olay nerede patlak verecek derken geçen haftalarda Danıştay'dan şok bir karar geldi. Üniversiteye giriş katsayı düzenlemesine baro itiraz etmiş danıştayda YÖK'ün kararını kendince kılıfına uydurarak iptal etmişti. Daha önce "Ben bilmem onu beni YÖKüm bilir" diye dava açma taleplerini reddeden Danıştay'ın bu tutumunu hukukla falan açıklamaya çalışan insanlar hatta buna gerçekten inananlar bile hala vardı.

AKP ve laikçiler YÖK ve Danıştay üzerinden hesaplaşırken olan gene bu sene sınava hazırlanan öğrencilere ve onların ruh sağlıklarına oluyor. YÖK ikinci denemesinde çalıyı dolaşma mantığıyla Danıştay'ı safdışı bırakacak bir kurnazlık yaptı. Fark isteniyorsa hala fark vardı ama çok kücük. 0.13-0.15 olarak belirlenmiş katsayılar. Eskisinin 0.3 ve 0.8 olduğunu düşünürsek uçurum ortadan kalkmış gibi görünüyor. Fakat bir ihtimal daha var. Nasıl cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 icad edildiyse yeni birşeyler icad edilmesi muhtemel.

Peki şimdi neler olabilir ? Karar bir yolu bulunur da iptal edilirse, bu sınava girmek için geçen sene tercih yapmayan gençler durduk yerde bir sene fazla kaybedecekler ki kaybedecekleri hayallerinin yanında bir sene pek de fazla birşey değildir. Şartlar bu sene değişecek diye bu yıl meslek liselerine başlayan gençler çileli bir yolculuğa başlamış olacaklar. Karar iptal edilirse sınavın tarihi de ertelenecek ki ertlendi, ertelenmedi, yasa çıktı, yasa çıkmadı söylentilerinin sınava hazırlanan gencecik çocukların ruh sağlığını, motivasyonunu alıp götürmemesi mümkün değil. Onları kim umursuyor derseniz açıkçası kimsenin umursadığı yok. Ölmedikleri sürece bir problem yok. Ölseler bile rakam yüksek olmadıktan sonra gene kimsenin umrunda değil, tecrübe ettik bunu yıllarca. Bende burda iki laga luga yaptıktan sonra yarın sabah unuturum açıkcası bu konuyu her tuzu kuru gibi. Yalnız başına bu gençler ve aileleri. Yüksek mevkilerdeki lavukların ideolojik hesaplaşmalarının, kişisel kinlerinin, kibirlerinin, saplantılarının hesaplarını gençler ödüyorlar ve ödeyecekler. Açıkçası su sıralar yerlerinde olmayı isteyeceğim en son insanlar. Allah sabır versin ne diyeyim.



|
0

Zeki Ökten Vefat Etti

Posted by Trevanian on 22:33 in


Türk sineması bu gece bir ismini daha kaybetti. Son zamanlarda kaybettiğimiz Yücel Çakmaklı ve Ahmet Uluçay'dan sonra bu gece de Zeki Ökten tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

Yediden yetmişe hepimizin defalarca beğenerek izlediği Şaşkın Damat, Hanzo, Kapıcılar Kıralı, Çöpçüler Kralı gibi Kemal Sunal filmlerinin yanı sıra senaryolarını Yılmaz Güney'in yazdığı Sürü ve Düşman filmlerinin de yönetmiydi. Filmografisine baktığımız zaman ülkenin sosyal durumuna ne kadar duyarlı bir insan olduğunu anlamak güç değil.

|
2

BENİM ADIM ORMAN

Posted by Trevanian on 04:24 in
İsmail YK nın "feysbuk" isimli başyapıtını bir kenara bırakırsak eli ayağı düzgün albüm pek çıkmamıştı son aylarda. Şu dar zamanda Şebnem Ferah imdada yetişti. Söz ve müziği kendisine ait olan ve 12 parçadan oluşan bir albüm çıkarmış: Benim Adım Orman. Sadece bir şarkısını dinledim o da radyoda. Radyo programcısının yorumuna göre o eski hırçınlığı kalmamış biraz durulmuş bu sefer. Ayrıca albüm daha raflarada yerini almadan bir karalama, kötüleme, bilgi kirliliği oluşmuş net ortamında.

|
0

Sonbahar

Posted by Trevanian on 19:51 in ,


Geçtiğimiz hafta Ahmet Uluçay'ı kaybettik. Sinemayı rant kapısı, sektör olarak görmeyen üç beş yönetmenden birisiydi. İyilerin çok uzun yaşamadığı günümüz dünyasında hala hayattayken Alper Özcan ve filmi Sonbahar hakkında iki çift laf edeyim istedim.

Cepleri doldurmak için değil aksine cepten yiyerek, binbir emekle, ortaya saygı duyulacak bir eser koymak adına çekilen, bir meramı, bir hikayesi olan filmler "festival filmi" adı altında sadece elinde şarap kadehi eksik olmayan fraglı papyonlu adamlara çekilmiş gibi bir muamele görüyor. Ödül aldıysa sıkıcıdır, ödüllü film entele hitap eder tarzı ucuz yaftalarla yaftalayarak bunları izlememekle övünen bir kesim bile var. Bunu yapan sadece izleyici değil, örneğin Yılmaz Erdoğan denen insan çıkıp ödülü seyircisiz filmlere veriyorlar gibi laflarla kendi beceriksizliğine kılıf uyduruyor. Altına "la la la laaaaaaaaaaaaa la la la la la" diye müzikler döşenmiş 90-100 dakika boyunca sapık bir oğlanın uçana kaçana atladığı filmler dışında da izlenmeye değer filmler de var. Bu filmler tuzu kuru kesim elinde şarap kadehiyle entel yorumlar yapsın diye çekilmiyor. İçinde yaşadığımız dünyanın/ülkenin/çoğrafyanın/çağın dramlarını, sevinçlerini, dayanışmalarını, kaybedenlerini, tutunamayanlarını, tanımadığımız ıskaladığımız farklı hayatları bizlere anlatıyor. İşte Alper Özcan'ın Sonbahar'ı da öyle bir film.

90 ların sonunda cezaevine giren öğrenci Yusuf eylemlerle açlık grevleriyle geçen bir 10 yılın ardından içerdeki iyi muamele sonucu kanser olmuş ve nasıl olsa ölecek diye tahliye edilmiştir. Son günlerini doğduğu topraklarda geçirmek isteyen Yusuf Artvin Hopa'daki köyünde tek başına yaşayan yaşlı annesinin yanına döner. Filmde başrollerden birini Hopa oynuyor zaten. Ne güzel memlekettir orası ya rabbim. Dağı, taşı, denizi, kışı, sonbaharı ayrı güzel göründü gözüme. Bir vakit kesinlikle gidip görmek lazım.

Alper Özcan "Bu film benim vicdan borcumdu" diyor Sonbahar için. Yusuf aslında yaşayan bir karakterdir. Film "Hayata Dönüş Operasyonu" adı altında hayatları söndürülen kiminin oğlu, kiminin kardeşi, kiminin eski arkadaşı, kiminin sevgilisi olan onlarca Yusuf'tan birisinin hikayesi ve tarihe düşülmüş bir nottur bir bakıma.

Sonbahar çok fazla ödül aldı. Şimdi onları buraya sıralamak yersiz olur. Filmin resmi sitesi şudur. Fotoğrafları da oradan aldım zaten.


|
9

Serdar Ortaç Türkiye'dir!

Posted by Trevanian on 02:35 in
Kimin işi ters gitse garip çıkışlar yapıyor. Galatasaray Türkiye'dir, Fenerbahçe 30 milyondur, Kahtalı Mıçı vicdandır vs... Bu da benden olsun: Serdar Ortaç Türkiye'dir! Serdar Ortaç Türkiye'nin aydınlık geleceğinin garantisidir. Serdar Ortaç Türkiye'nin Batı'ya açılan penceresidir. Niye?


1999 da Magazin bilmemneleri ödül töreninde Ahmet Kaya'yı sırf Kürtçe şarkı söyleyeceğim dedi diye afaroz ettiler. Ahmet Kaya PKK destekçisi olduğu için, bölücü olduğu için, gerici olduğu için vb olduğu için protesto edilmedi o gün. "Ben de Kürt kökenli olduğum için Kürtçe şarkı söyleyeceğim bir de klip çekeceğim" dediği için geldi başına herşey. Kahramanımız kitleyi önce kıvama getirdi. Bir şarkısını hemen milli unsurlarla modifiye etti. Ardından seni rezil ederim göndermesi yaptı. En ala Atatürkçü, en baba çağdaş cumhuriyet çocuğu O'ydu artık. Helal olsundu. Nasıl da ağzının payını vermişti Kürtçe şarkı söyleyeceğim üstüne bir de klip çekeceğim diyen Ahmet Kaya'ya.


Bu devirde kimse sultan değil

Hükümdar değil bezirgan değil

Atatürk yolunda tüm Türkiye

Bu vatan bizim ellerin değil


Devam ediyor

Seni birrr kalemde rezil ederim (Vücud diliyle kararlılık destekleniyor)

burada biraz tırı vırı yapıp finali şöyle yapıyor:

Ülkemi ellere veremem

O'nu kalbimin üstüne kazıdım

Elitler avuçları patlarcasına alkışladı O'nu. Ülkesine bağlı ve vatanseverdi. Popülaritesini arttırdı. Sadece 7 nota kullanarak (Evet evet sadece 7) yıllarca bu müzik piyasasında tutundu. Hayranlar fanclub!lar sahibi oldu.




Üzerinden çok vakit geçmeden öğrendik ki ülkesini kalbine kazıyan Serdar meğer asker kaçağıymış. Derdest edildi, hapis yattı. Sonra ülkesini seven insanlar paşa paşa askerliğini yaparken O 19 Ağustos depreminin getirisi olan 1 ay bedelli askerlik fırsatını kullandı. Ülkesini severdi ama o kadar da değildi. 1 ay yeterdi. Hem O hizmetini şarkılarıyla zaten yapıyordu ülkesine.


Aradan uzun uzun yıllar geçti. Gündem son yılların popüler konusu örovizyondu. O sene yarışmaya katılacak şarkıcı Kenan Doğulu idi. Türkçe İngilizce şarkı tartışmaları hakkında şöyle bir laf etmişti Doğulu:

"Türkçe sözde ısrar gerikafalılıktır."


Aha o da ne?! "Halk plajlara akın etti vatandaş denize giremedi" diye çıkışan, Türkçe'yi sonradan öğrenmiş insanların aksanıyla "pırt mentö " "Töplümsel süreç"diye kendince kafa bulan, aşağılayan, tanzimattan beri farklı suretlerde karşımıza çıkan, aslında çok çok iyi tanıdığımız ilerikafalı bu. Türkçe'yi, kültür bayrağımızı, kendimizi en iyi ifade ettiğimiz zengin dilimizi kafasında yaptığı ileri geri sıralamasında İngilizce'nin altına koyan ve bunu doğru bulmayanlara elindeki tek silahla belaltı saldıran kafa. Ne bileyim Arapça'yı İngilizce'nin, tek sesli Türk müziğini çok sesli Batı müziğinin altına koyan kafa işte. Neyse böyle cahilce ve tıynetsiz bir lafa vatansever insanlardan tepki gelmemesi mümkün değildi. Bir vatansever olan ve yukardaki vidyoda "Atatürk yolunda tüm Türkiye " diye bir doğaçlama bile yapan Serdar Ortaç "Dilin millî ve zengin olması millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin " diyen Atatürk'ün izinden gider ve herhalde bu saçma demece sessiz kalmaz dedik haklı olarak. Kalmadı da. Bir açıklama yaptı hem de kendi resmi! sitesinden. Fakat sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu bizim açımızdan. O vatansever Türk genci Serdar şöyle diyordu:

Sanki Kenan Türklüğümüze , demokrasimize , milliyetçilik gururumuza laf söylemiş gibi linç etmeye kalktık O nu sözlerimizle…

........

O ki Onuncu yıl marşımızı yeniden düzenlediği modern hali ile gururla okurken yıllarca alkışlanmış …

.........

Ama madem İngilizce şu an tek evrensel dil kabul edilmiş , ne yapalım yani tüm dünya kabul etsinde biz red mi edelim. (kendince yaptığı resmi açıklamadaki Türkçe katliamına hiç değinmiyorum dikkat ederseniz)

Haydaa. Daha 1999 da Kürtçe şarkı söyleyip klip çekeceğim dedi diye adama çatal kaşık fırlatıp arkasından hep beraber 10. Yıl Marşı söyleyen siz değil miydiniz? Adam ben Kürtçe şarkıyla Türkiye'yi şurda burda temsil edeceğim demedi, yarışmalara katılacağım demedi, Türkçe şarkı söylemek geri kafalılıktır da demedi. Alt tarafı kendi albümümde kendi klibimde, kendi kendime Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim dedi. Kimse de yayınlamak zorunda değil ben yayınlayacak yürekli insanlar tanıyorum dedi. Hepsi bu kadar. O gün O adamı afaroz ettiniz. Şimdi örovizyona Türkiye'yi temsilen yabancı bir dille katılmayı savunan Kenan Doğulu'ya olan yaklaşıma bak. İkiyüzlülük ne demektir bir çocuğa anlatmak istesem bunu örnek veririm.

Uluslararası bir platformda başarılı olacaksak Türkçemizle olalım olmayacaksak çok da umrumuzda değil diyen insanlara hakaret eden Kenan Doğulu'ya sahip çıkıyorsunuz. Kürtçe'nin adına tahammül edemeyen, anında hisleri kabaran Serdar Ortaçlar olarak Kenan Doğulu'ya toz kondurmuyorsunuz. Eh be arkadaşım Ahmet Kaya'nın günahı neydi peki ?

Oysa o Ahmet Kaya Adanolu'nun her evine bir şekilde girmiş, her odasında bir kere tıngırdamış bağlamayla müzik yapıyordu. O Ahmet Kaya Türkçe'yi en güzel kullanan sanatçılardan birisiydi. O Ahmet Kaya Attila İlhan'ın şiirlerini okuyordu. O Ahmet Kaya Türkçe'nin en güzel türkülerinden birini bize tanıttı. Anadolu'da pek tanımadığımız Azeri Türküsü Şiire Gazele'yi belki de en güzel o yorumlamıştı. Oysa o Ahmet Kaya, Kürt Ahmet Kaya, Kenan Doğulu'dan da Serdar Ortaçlardan da daha Türktü. İşte o Serdar Ortaçlar Bu adamı kendi tabirleriyle milli duygularla linç ettiler.

Serdar Ortaçlar... Onlar rüzgar ne taraftan eserse yelkenleri oradan şişirir. Şimdi özür diliyormuş, pişmanmış. Şimdilerde ulusalcı tavrı rafa kaldırıp esen açılım rüzgarlarından da nemalanmak istiyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Serdar Ortaçlar herkesten daha çok vatanseverdir ama askerliği ya 1 ay yapar ya hiç yapmaz, vergi kaçırmak için atmadığı takla kalmaz, okulda kopya çeker, akademik tezini çalar, fabrikasında kaçak elektrik kullanır, Neşet Ertaş dinlemeyi ya gericilik veya tarihi bir nostalji kabul eder, yerli kıyafet giymez, bozuk Türkçe konuşmaya özenir ama her fırsatta 10. Yıl Marşı söyler, (10. Yıl Marşı'nı İstiklal Marşı 'na tercih eder ne de olsa gerici Akif tarafından yazılmıştır, dil uzatamaz ama keşke başkası yazsaydı diye de içinden geçirir), laikliğin yılmaz bekçisidir kesinlikle ve kesinlikle albeni, çokokrem, çizi, halley gibi ürünler tüketmez, kendisinin herkesten daha Atatürkçü olduğundan emindir. Aklının ermediği konu yoktur. Bıraksalar depremi bile 1 hafta önceden tahmin eder. Fatiha'yı bilmez ama dini en doğru o yorumlar. Laz'ı Karadenizli demek sanır ama azınlıklar ve Lozan uzmanıdır. Ayrıca en hümanist, en kemalist, en medeni, en ileri, en batıcı, en doğucu, en en en hep O dur. Neticede Serdar Ortaç Türkiye'dir! Onların makamlarına, semtlerine, statülerine,koltuklarına uzanan eller bu ülkeye uzanmış demektir.

Sevgili Serdar Ortaçlar

Mahalle arasında top oyanayan çocukları sevmeden, yaz kurağında kurdu kuşu düşünüp kapı önüne balkona bir tas su çıkarmadan, sabahtan akşama kadar 3 kuruş için terini akıtan gene de yarı aç yarı tok yaşayan komşunun/akrabanın/dindaşının/takımdaşının derdiyle dertlenmeden, Anadolu'da söylenen Türküleri dinlemeden, İnek Şaban'a gülmeden, ömründe bir kere bile olsa horon, zeybek, teke, halay izlemeden, kekliği, bıldırcını, kırlangıcı, karatavuğu birbirinden ayırt edemeden, bu vatanda yaşayan insanları sevmeden Vatanı da sevemezsiniz. İsteseniz de sevemezsiniz, sevdiğiniz sansanız da sevemezsiniz ancak seviyormuş gibi yaparak kendinizi ve birbirinizi kandırırsınız.





|
2

Tarih Tekerrür Etmez, Tekerrür Eden Hatalardır

Posted by Trevanian on 21:12

1946 da genel seçime hile hurda karıştı;

1960 da Adalet Partisi indirildi;

1972 de Milli Selamat Partisi kapatıldı;

1971 İşçi Partisi kapatıldı;

1980 de Demokrasi komple rafa kaldırıldı;

Yasakla , zorbalıkla, kapatmakla hallolsaydı Adalet Partisi daha kurulduğu yıl çökerdi. Hadi ondan bir şekilde kurtuldu diyelim 27 Mayıs’ta Menderes'in akımı sona erer CHP asırlar boyu ülkede hüküm sürerdi. Erbakan’ın Milli Görüş hareketi MSP kapatıldığında biterdi. TİP'in kapatılmasıyla Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığı kesinleşir olay tatlıya bağlanırdı. Evren Paşa’yla tüm dertlerimize deva bulunur Özal’ın ANAP’ı seçimlerde figüranlıktan öte gitmezdi. Bu işler sizin sandığınız gibi olsaydı 28 Şubat bin yıl sürerdi.

Ama öyle olmadı. 1946 seçimlerinde uygulanan açık oy gizli sayım gibi niyeti gayet belli bir yöntem ve nehirlerden toplanan oy pusulaları Adalet Partisi’ni takip eden ilk seçimde iktidara getirdi. 27 Mayıs’ta Menderes’in Zorlu’nun Polatkan’ın katledilmesi neyi değiştirdi? Bu cinayetlere tepki uzun yıllar süren Demokrat Parti iktidarıyla geli. Menderes öldürüldü ama siyasi duruşu hayatta kaldı. Milli Selamet 1972 de kapatıldı ama 24 yıl sonra 1996 da Milli Görüş'ün Refah Partisi birinci parti olarak iktidardaydı. 12 Eyül’de demokrasi rafa kalktı çok değil 3 sene sonra Evren’in oyunuzu verin dediği Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi Turgut Özal’ın ANAP’ından ağır bir tokat yedi. 28 Şubat’ta her türlü keyfi ve faşist uygulama yapıldı, bin yıl sürecek hayaliyle kurulan düzeni yıkmaya Tayyip Erdoğan’ın bile gücü yetti. 1971 deki kongersinde ki Kürt sorunu vurgusundan ötürü Türkiye İşçi Partisi kapatıldı, Kürt sorunu kapanmadı aksine 13 sene sonra başımıza bela olacak terör başladı.




Deniz Gezmiş ve arkadaşları daracına yollandı, Erdal Eren gençliğine doyamadı, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Nazım Hikmet, Sebahattin Ali zindanlarda çürütüldü. Neye kime faydası dokundu? Kaba kuvvetle, sindirmeyle, parçalamayla, asimilasyonla, darağaçlarıyla, parti kapatmalarla, çığlıklara kulak tıkamakla, tepkileri duymazdan gelmekle halledimiş tek bir sorun bulmak samanlıkta iğne bulmaktan zorken, hesap bu kadar ortadayken yanlışta diretmenin mantığı var mı?

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i tekerrür diye ta’rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

MEHMET AKİF ERSOY


|
1

Disconnectus Erectus

Posted by Trevanian on 01:05 in

Sağ-Sol çatışmaların ülkeyi rehin aldığı dönemde ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabilmiş, biraz gölgede kalmış, hiçbir kesimin favori adamı olmamış (İyi ki de olmamış) kitapları satılmamış, okunmamış bir yazar Oğuz Atay.Üzerinden zaman geçtikten, siyasi fanatizm biraz olsun kırılıp ufak da olsa sağduyu kırıntıları ülkeye serpildikten sonra, O hayata gözlerini yumduktan sonra farkına varılmış bir yazar. Tesadüfen öğrendim bugün ölüm yıldönümüymüş. Şu günlerde özlem duyduğumuz bir yazar, insan modelidir Oğuz Atay. Toprağı bol olsun.

|
1

Gel Barışalım Artık

Posted by Trevanian on 20:24 in ,

San Marino deyince aklımıza küçük esnaftan toplanmış Milli Takımı'yla aldığı farklı mağlubiyetler ve Formula 1 gelir. Türkiye ile alakaları futbol tarihlerinde attıkları ender gollerden birini bizim yemiş olmamızdan ibaret sanırdım. Gerçken Hayat dergisinde rastladığım ilginç haberden öğrendim ki meğer teorik olarak adamlarla hala savaş halindeymişiz.

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı'ya savaş ilan eden San Marino Cumhuriyeti'ni adam yerine koyup Serv'e ve Lozan'a davet eden olmamış. Haliyle bunlarla barış da imzalamamışız. İlkin ittifak devletlerinden kimse sallamasa da 1934 de Almanya, 1937 de Macaristan ve Bulgaristan 1986 da da Avusturya San Marino'yla barışmış. Bir küs biz kalmışız. Bitsin bu kirli savaş gel barışalım artık San Marino. İyi niyet göstergesi olarak Sabri Sarıoğlu'nu San Marino Milli Takımı'ya bağışlayabiliriz mesela.
Gerçi bu savaşı bitiren bir hamle mi olur yoksa körükler mi emin olamadım şimdi.

|
0

Otobüse Molotof atan Mazlumlar

Posted by Trevanian on 19:48

"Masum birinin canını yakmak, öldürmek sakat bırakmak kabul edileblir birşey midir?" diye sorsan 7 den 70 e herkesin vereceği cevap " tabiii ki değildir, olur mu öle şey, caniliktir, insanlık değildir..." benzeri birşey olur. Gel gelelim bu tarz eylemler menfaatlerine hizmet ettiği zaman hemen ağız değiştiriverenler var. Mesela bir kısım solcu masum insanların mağdur olmasına ilkin son derece şiddetle kaşrı çıkarken mesela Stalin'in cinayetleri için ne düşünüyorsun dersen hemen yapıştırır "Devrim için gerekliydi." Mesela Miloseviç'e ne gözle bakıyorsun dersin "Ne yaptıysa Yugoslavya'nın dağılmasını önlemek için yaptı " der. Yüzbinlerce sivili bilinçli olarak katletti dersin "ABD karşıtıydı da o yüzden indirdiler yoksa...." diye gevelemeye devam eder. Değişik akımlardan ve görüşlerden farklı örneklerle çeşitliliği arttırmak mümkündür.

Neticede günahsız insanlara acı çektirmeyi ilkin herkes kınarken bunu
din için/ devrim için/ vatan için/ demokrasi için/ medenileştirmek! için gibi ambalajlarla süslediniz mi ilkin karşı olanların çoğu yan çiziyor. Herşeyden önce din/devrim/vatan vesaire geliyor onlar için. Bunun bedeli ne olursa olsun onlar için ikinci planda. Yani masumlara tabiiii ki zarar gelmesin de dini/devleti/devrimi/ülküsü uğruna gelecekse de gelsin ne yapalım. Herkes kendine insaf, vicdan, insan hakkı, demokrasi itstiyor ama iş ötekine geldimi yaz çizmeye bahane üretmeye başlıyor.

Son yılların moda söylemi de
Barış. Dilimize pelesenk eden de DTP. Cumhuriyet kurulduğundan beri onlarca problemle karşılaştık. Kürtler de binbir sıkıntı çekti zorlukla karşılaştı eyvallah. Ama ülkemiz kimse için dikensiz gül bahçesi olmadı ki bugüne kadar. Sıkıntı çekmeyen işkenceden geçmeyen bir kesim kaldı mı? Hakkını aramak, kimliğini korumak için dünyada aklıbaşında hiçbir aydının savunmadığı teröre başvurmak, bunu yıllarca sürdürmek, öğretmen, doktor, asker, öğrenci, köylü, çoluk çocuk boğazlamak, yabancı servislerin elinde oyuncak olmak, uyuşturucu ticareti yapmak, şehirleri haraca bağlamak mıdır doğru olan? Barış adına bunlara meşriyet kazandırmaya çalışmak mıdır? MHP ye faşist diyorlar MHP nin en faşist vekillerinden 10 kat daha faşistler var DTP li vekillerin içinde.

Diyarbakır'da sokak ortasında bomba patlatıyorlar servis şoförü , öğrenciler ölüyor onlarca insan yaralanıyor. DTP li Emine Ayna çıkıp "
Barış için öldüler" diyor 23 yaşındaki bombacı için "çoçuğun bunu yapmasının sebebi devlet " diye ekliyor. Barış için servis bombalasan bile sorun yok yani. Ne yaparsan yap, nasıl katliam işlersen işle barış için ve aynı zamanda herşeyin sorumlusu devlet. Oh ne ala hayat. Sınırsız bir cinayet, katliam serbestliği. Ne yaparsan yap serbest.Yeter ki Barış için olsun.

Şu ara da taş, molotof atan mazlum çocuklar edebiyatı başladı. Hukuki mevzuatı bilmiyorum. Belki ağır yaptırımlar vardır ve gözden geçirilmesi gerekiyordur. Fakat esnafta cam çerçeve bırakmayan, polisleri öldüresiye taşlayan, benim ödediğim vergiylerle 2-3 trilyona alınan otobüsleri yakan 15-16-17 yaşında insanlar var. Bağımsız harekette etmiyorlar. PKK nın şehir kadroları tarafından organize ediliyorlar. Kardeşim orantısız cezalar düzeltilsin eyvallah ama biraz da taş atmayın otobüs yakmayın deyin bu çocuklara. Analarına babalarına, çocuklarınızı öncü birlik gibi polise sürmeyin diye öğüt edin. Göstericiye oratısız güç kullanan, kurşun sıkan polise en ağır ceza verilsin ama polise molotof atan kaldırım taşı, çapı bıçak fırlatan insanlara da sütten çıkmış ak kaşık muamelesi yapılmasın. Birine karşı çıkıp ötekinin arkasını pışpışlamak, cesaretlendirmek namuslu bir duruş değildir. İzmir'de atılan taşa ayrı Diyarbakır'da atılan taşa ayrı tavır takınmak (ne taraftan yana olursa olsun ) ilkesizliktir. Bunun gibi onlarca sınavda başarısız not almış taife çıkıpta insanı değerler, demokrasi ve barış nuktu atarsa kimse yutmaz.



Onca hengamenin keşmekeşin arasında Serap Eser adında bir kız çocuğu hayata gözlerini yumdu bugün. Bir insanın başına gelebilecek en acılı ölüm şekillerinden biriyle hemde. Yanarak. 8 Kasım'da durakta bekleyen İETT otobüsüne atılan molotof kokteylleriyle yaralanan lise son sınıf öğrencisi Serap Eser bugün hayatını kaybetti. Sadece evine gitmek isteyen bir öğrenci Barış uğruna gözü dönmüş canilerce diri diri yakıldı. Şimdi taş atan çocuklar için koparttığınız yaygarayı molotofla yanan 17 yaşındaki Serap için koparmazsanız tüküreyim ben sizin Barışınıza. Vicdan Yanlız Değildir diyerek ukala pozlar veren Almet Altan'ın vicdanı kaç kuruşlukmuş göreceğiz. Serap için kim sesini yükseltip katilleri kınayacak kim "Barış için öldü, katil devlet, molotof atan çocuklar aslında melek melek" diyerek yan çizecek göreceğiz. Hem de o kadar geç değil, yarın suyu çıkar.

|
0

Zihniyetin Farkında mısınız?

Posted by Trevanian on 13:49


Arda Turan domuz gribine yakalandığında "20 milyon dolarlık Arda'yı nasıl koruyamazsınız ?" diyen gazete haberi vardı. 300bin dolalık Sabri yakalansa o kadar sorun değil ama tamı tamına 20 milyon dolarlık Arda'yı nasıl koruyamazsınız a sorumsuzlar diye soruyordu üstad.

Bugün de şöyle birşeye rastladım: "Ya Messi düşseydi?" Barcelona'yı götüren uçağın kapısı açık unutulmuş da, kalkıştan 20 dakika sonra zorunlu iniş yapmış. Busquets düşse boşluğu doldurulur Keita düşse biraz daha masraflı olur ama çok büyük sorun değil Henry düşse de olur zaten yaşlandı ve artık herkes ondan nefret ediyor. Fakaat ya Messi düşseydi? Asgari 200 milyon avro değeri olan ve yerini kimsenin dolduramayacağı Messi düşse ne olurdu ?

Hadi şimdi akşama kadar endüstriyel futbol geyiği yapalım.

|
2

2012 yi Beklerken

Posted by Trevanian on 20:20

Şubatta iki satır birşeyler karalamıştım 2012 söylentileri hakkında. Sağolsun meşhur felaket tellalı Roland Emmerich abimiz bunu da ıskalamadı filmi patlattı hemen. Netice de filmle birlikte ortalığı bir telaş almış. Herkesin gündemine bir şekilde girdi 2012. Zaten Maya, İnka, Nostradamus, Atlantis vs aromalı bir felaket senaryosu attım mı ortaya, ilgi görmemesi mümkün değil.

Eskiden böyle dönemlerde hem Yahudiler'de hem Hristiyanlar'da mesih gelecek beklentisi oluşur bazı girişimci vatandaşlar da bu beklentiyi karşılamaya çalışırmış. Modern dünyada beklentilerde çağa uygun oluyor tabi. 90ların sonlarında böyle bir olayı hatırlıyorum ben. Amerika'da dünyaya yakın geçecek bir kuyruklu yıldızın UFO olduğu ve Onları da alıp götüreceği inancıyla bir grup insan topluca intihar etmişti hatta bu olaydan ilham alan 3. sınıf Hollywood filmleri de çekilmişti. Bunun dışında bir de 1910 daki Halley Kuyruklu Yıldızı vakasını bilirim. Bu belki de yaygın senaryoların arasında en bilimsel olanıdır.

Halley kuyruklu yıldızının 75-76 yılda bir dünyaya yakın geçtğini insanlar yüzyıllar öncesinden beri biliyordu. Takvimler 1910 yaklaşırken bilim çevreleri hesap kitaba girişmiş ve dünyanın her yerinden bilim insanları Halley'in bu geçişinde Dünya'ya çarpma ihtimalinin yüksek olduğunu iddia etmişler. Akabinde dinazorlar gibi insan neslinin de yok alacağı senaryoları döşenmeye başlanmış. O dönem kitle iletişim çok yaygın olmamasına rağmen dünyanın her yerinde bir kuyruklu yıldız çarpması korkusu yayılmış. Düşünün dönemin Türk edebiyatçılarından Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç" diye bir romanı bile var. Romanda, kuyruklu yıldız çarpması söylentilerinden haberdar olan ve buna inanan alafranga özentisi bir genç cahil mahalle kadınlarına bu konuda korku salan toplantılar yapıyor ve bu esnada aşık maşık oluyor. Türk edebiyatına bile girmiş yani. Neyse büyük gün yaklaştıkça ortalık toz duman oluyor. Dünyanın farklı ülkelerinden insanlar intihar etmeye başlıyorlar. Neticede Halley izleyenlere görsel bir şölen sunarak kimseye zarar vermeden efendi efendi çekip gidiyor. İşte kafasına elma düştüğü günden sonra bilim dünyasının peygamberi gibi olan İsaac Newton ilk defa sorgulanmaya başlıyor. O'nun klasik mekanik kanunlarıyla yapılan hesapların hepsinin fos çıkması bir kesim bilim adamına " acaba?" dedirtiyor. Aslında Einstein'a giden modern fizik süreçin fitilini ateşleyen Halley'dir yani.

Daha bunun gibi onlarca bunun gibi dönemler ve garip hikayeleri var. 2012 yaklaştıkça neler göreceğiz bakalım. Temennimiz harakiricilerin sayısının artmaması tabi.




|
0

Benimki Sadece Bir Öneri

Posted by Trevanian on 05:21

"Batının Soykırımcı Tabiatı/ Haçlı Seferlerinden Günümüze." Hakan Albayrak'ın incecik kitabının girişinden ufak bir alıntı :

"...Nizam-ı Alem işi bizim işimizdi. Frenkler işimizi elimizden aldılar ve yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Farklı din ve kültürlere zerre kadar tahammülleri olmadığı halde dünyayı idare etmeleri olacak şey değildi zaten. 18'inci yüzyıl sonları itibarı ile vaz'ettikleri evrensel değerlere bağlı kalsalardı, birçok yanlışlarına ve eksiklerine rağmen belki küresel bir barış düzeni kurabilirlerdi. Ama olmadı. Kağıt üzerinde kurdukları değerler sistemi hayata geçiremediler. Hayata geçirmeleri mümkün değildi, çünkü evrensel olmalarına el vermeyen köklerinden kopmadılar. Öteki ile yan yana yaşamayı öğrenmeye azmetmediler. Haçlı zihniyetine saplanıp kaldılar. Dinleri ve kültürleri kendilerinden farklı olan milletlere barbar muamelesi yapmaktan ve onları değiştirmeye yahut yok emeye çalışmaktan hiç vazgeçmediler. Soykırımcı tabiatlarını ısrarla korudular."

Sabaha kadar konuşsam şu 3-5 cümlede anlatılanı ifade edemezdim. Batının iki yüzlülüğüne ve kendinden olmayana tahammülsüzlüğüne yakın zamanda defalarca şahit olmadık mı? Osmanlı fethin sembolü diyeceğimiz Ayasofya'daki figürlerin bile sadece üstünü kapatırken Mostar'a elden çıktıktan sonra kaç sene tahammül edebildiler ? O bombalar Mostarı yıkarken diğerleri sinsi sinsi sevinmediler mi? Çok yüksek mertebede bir medeniyet olarak Irak'a demokrasi götürene kadar tam ortalarındaki Bosna'da gerçekleşen hem insani hem kültürel soykırımı önleyemezler miydi mesela?

Önlemediler, göz yumdular, yıktılar ve yok ettiler. Çünkü farklı kültürlerin varlığına hele hele burunlarının dibinde varolmasına katlanamıyorlar. Aygıtlar ve yöntemler değişse bile amaç değişmedi asırlardır. Kimi zaman kılıçla, kimi zaman dinle, şimdilerde modernleşme çağdaşlaşma adına ötekileri küçültüp yakalayıp öldürmek istiyorlar. Yahudileri bunlar gaz odalarına yolladı. Laponları bunlar kısırlaştırdı. Çingeneleri bunlar soykırıma uğrattı. Afrika'yı bunlar kılıçtan geçirdi. İki tane dünya savaşı bunların yüzünden çıktı. Amerika kıtasına bunlar gitti katletti sömürdü döndü bir daha katletti. Doğu'nun malını, mülkünü, madenini, petrolünü, emeğini bunlar çaldı ve zengin oldu. Atom bombasını bunlar attı. Hitler'i, Stalin'i, Mussolini'yi, Franco'yu, Miloseviç'i, Karadziç'i bunlar çıkarttı. Gel gelelim gene barbar, ilkel, insanlık düşmanı ve geri kültür olan Doğu, sevgi pıtırcığı ve barış kelebeği olan da Batı oldu.

Modern modern modern, çağdaş çağdaş çağdaş, ileri ileri ileri, batılı değerler batılı değerler batılı değerler diye diye kafamızın ırzına geçtiler yıllarca. Türkiye'de Ruhban Okulu açılsın diye yapmadıkları baskı kalmadı. Gel gelelim bize batılı değerler adına "bundan sonra gavura gavur denmeyecek" dedirttikten 170 sene sonra referandumla minareyi yasakladırlar. Referandum yapmışlar değil mi? Demokrasi neticede. Gerekçe ise kendi ifadeleriyle “İslam'ın sinsice ülkeye yayılmasını önlemek” , "İsviçre'nin Müslümanlaşması tehlikesi". Yahu bu Avrupa laik ve seküler bir yapıda, bütün dinlere aynı uzaklıkta değil miydi? Yani teoride İsviçreli bir vatandaşın herhangi bir dine yönelmesi niye TEHLİKE olsun ? Vatikan mı orası?

Bazı ülkelerde şehir planlaması uzmanları türlü mantıklı sebeplerle Minare'ye belli yerlerde izin vermiyor. Bu gayet kabul edilebilir bir durum ama karşı karşıya olduğumuz olay bundan çok farklı. Haçlı kafası 2009 da çoklarının en medeni dediği ülkede yayına devam ediyor. Minareye tahammül edemiyorlar ama bize müslüman oranınızı % 70 e çekin diyorlar açık açık. Sonra bize ortaokul zamanlarında anlatmıyorlar mıydı başkasının özgürlüğünün başladığı yerde seninki biter diye? Müslüman sizin için öteki bile olsa ibadethanesini yapmaya hakkı yok mu? Bu hakkı çoğunlun kanaatine bırakmak mıdır demokrasi? Yani yarın birgün" Camiler yasaklansın mı? " "Kuran satmak yasaklansın mı?" "Müslümanların ülkeye girişi yasaklansın mı?" tarzı referandumlar yapılsa ve EVET sonucu çıksa ters bir durum yok mu demek bu ? O kadar da olmaz bunun bir sınırı vardır diyorsanız o sınırı kim ve neye dayanarak çekiyor? Sınırınızı insan haklarına ve vicdana göre değilde Radikallerin kanlı tepki sığasına göre çiziyorsanız onları ne hakla suçlayabilirsiniz?

İçeriye dönelim. Her fırsatta Ruhban Okulu açılsın diye koparmadıkları yaygara kalmayan ve bu düşüncelerini ibadet özgürlüğüyle temellendiren bir kesim yerli imalat niye dut yemiş bülbüle döndü veya ucuz cümlelerle yasağa saygı! duydu? Referandumla gelmiş olması mı sizin için yeterli olan? Mesela Türkiye'de refarandum yapılsa. Özelliklede AB nin bize laga luga yaptığı ve milli duygularımızın kabarmış olduğu bir dönemde "Misyonerlerin yoğun faaliyetleri ve bir takım dış mihrakların oyunları dolayısıyla Türkiye Hristiyanlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır" gerekçesiyle şunları sorsak;

* Ayasofya tekrar Cami yapılsın mı?

* Her türlü misyonerlik faaliyeti yasaklansın ve mevcut İnciller'in de laikçi ideolojiye ters olan yerleri Nur Serter ve Kemal Alemdaroğlu önderliğindeki bir uzman ekip tarafından tekrar yorumlansın mı?

* Heybeliada'daki Ruhban Okulu kalifiye şakirt yetiştirmek üzere Nurculara tahsis edilsin mi?

* Türkiye'de yeni Kilise yapımı yasaklansın mevcut olanlarda düğün ve kına geceleri için salon olarak yoksul halkımızın hizmetine sunulsun mu? (Org da var hazır mis gibi)

* Her yılın Eylül ayının 6. ve 7. günleri "Gavurların mallarını çalma-yağmalama festivali" ilan edilsin ve tüm yurtta çoşkuyla kutlansın mı?

* Tüm yabancı filmler, diziler, belgeseller, şovlar ve çizgifilmler, bilinç altımıza sızmaya yönelik sinsi hamleleri önlemek amacıyla Şirin Baba'ya dublajda Tekbir çektiren ekip tarafından yeniden seslendirilsin mi?


Şimdi de ben diyorum Demokrasi Demokrasi Demokrasi ve Referandum Referandum Referandum... Hadi bakalım hodri meydan! Şimdi bu referandumlardan da EVET çıksa hem içerdekiler hem dışardakiler şimdiki gibi kuyruğunuzu kıstırıp sus pus olabilir misiniz? Gene demokrasiye saygı ve düşünce özgürlüğü çercevesinde bunları medeni! bir olgunluka karşılar, sert tepki gösterenleri modern olmaya davet eder misiniz?

|

Copyright © 2009 BoŞ MuHaBBeT ; Hiçbir hakkı saklı gizli değildir, ortalık malıdır