4

Bu da böyle bir yazı işte

Posted by Trevanian on 10:20 in , ,
Son birkaç haftada hayatımda üst üste gelen yer yer sinir bozan ve ciddi mesaimi alan birtakım gelişmeler oldu. Neyseki olumlu sonuçlandılar hep. Öte yandan her ne kadar TRT tarafından bir miktar piç edilse de futbolseveri güne salak bir mutlulukla başlatan ve 24 saat birşeyleri beklemenin heyecanını yaşatan bir dünya kupası yaşadık. Turnuvanın başından beri en heyecanlı müsabakaların popülaritesi görece az olan takımların maçlarından çıkması da sanki bize efendi olun, maç seçmeyin der gibiydi. İşte böyle maç kaçırmama çabası derken internete ayıracak zaman pek kalmadı. Kalanıda e- posta kontrol edip, ekserisi futbol ağırlıklı olmak üzere site/blog/gazete okumakla geçti. Haliyle iki satır karalamayalı bir ayı bulmuş. Bahaneyle boş muhabbetin yaz sezonunu açmış olalım.

Zamanında şu Balkanlarlar'dan bir kere de hayırlı birşey gelsin! diyen ben an itibariyle itten köpekten pişman durumdayım. Yunanistan'ından, Romanya'sından, Sırbistan'ına kadar irili ufaklı tüm ülkelerden özür diliyorum. İki gündür Resmen Balkanlar'dan gelecek bir soğuk hava dalgasının yolunu gözler oldum. Bu ne sıcaktır yahu! Öğlene kadar uyuma hayali kurarken sabahın köründe ayaktayım. Hazır beklenmedik bir boş vakit yakalamışken hava tahmin raporlarını bir kenara bırakıp heybede biriken taşları dökeyim bari teker teker dedim ve oturdum bilgisayarın başına.


Her büyük organizasyon gibi 2010 Dünya Kupası'nın da unutulmazları oldu. Gana- Uruguay maçı, Almanlar'ın kendini inkar eden(!) göçmen destekli pozitif ve başarılı futbolu, son finalistlerin guruplardan çıkamaması, hakem hataları, Anelka'nın Domenech'e analı bacılı iltifatları, vuvuzela tepkileri, Paul'ün tahminleri... Bunlar tüm dünyanın ortak hafızasında yer edecek anılar. Bir de saydıklarımızdan farklı olarak bizim milli hafızamızı işgal edecek olanlar var. Bunların başında da tartışmasız Ömer Üründül geliyor. Yok burada Üründül'e sallamayacağım. Aksine bir miktar savunacağım.

Farklı alanlarda sıkça rastladığımız bir süreç Üründül için işledi son zamanlarda. Üründül'ün yıllanmış klişeleri var ve zamanla bunlara yenilerini ekledi. Ben ilk farkına vardığım zamanlar "Hakan Şükür tipi modern santrafor, Kolektif futbol, kombinezon, bloklar arası mesafe" der dururdu. Dünya kupası sürecinde bunlara "Futbol çok enteresan" gibi eklemeler yaptı. Kabul ediyorum çok zaman çekilmez oluyor. Zaten bu sebepten dolayı sıkça eleştirilir ve zaman zaman geyiklere malzeme olurdu. Fakat şu dünya kupası sürecinde adama futbol camiasının Ajdar'ı muamelesi yapılmaya başlandı. İş eleştiri, ufak yollu dalga geçmenin çok ötesine neredeyse linç boyutlarına vardı. Bloglarda sözlüklerde hatta gazete köşelerinde futboldan Üründül'den fazla anlamdıkları her hallerinden belli olan kişiler kendilerini adama saldırarak konumlandırır oldular. Google, CM çıktı mertlik bozuldu anasını satayım. A. Madrid'in sezonda 5 maçını bile izlemeyenler iddia bayii gibi alıyor Agüero , Forlan istatiktiklerini önüne ve ahkam üstüne ahkam. Herkes uzman. Sonra da Aguera, mançester, di mario diyor diye bir dalga geçmeler, bir ukalalıklar, bir çok bilmişlikler. Yahu spor basınının yarısı hala Berezilya, Ukranya, Alenka diyor.

Neredeyse futbol entelektüeli tribine girmenin ön şartı oldu Ömer Üründül şakası yapmak. Adamın para almıyor diye dolaylı rüşvet veriyor demeye kadar vardırmışlar olayı. Üründül ve yorumları cezbedici değil. Fakat gazete ve televizyon köşelerini dolduranların % 90'ı da O'ndan daha kalifiye değil. Bir de Onlar üstüne para alıyorlar öyle düşünün. "Arda'ya karşılık Messi'yi verseler üste kaç para veriyorsunuz? Derim" Diyecek kadar saçmalama da sınır tanımayan ve futbolculara teknik direktörlere alttan alta şike yaftası yapıştırmaya kalkan yorumcular, hakemlere/ sporculara/ yöneticilere küfür edecek kadar ileri giden hakem eskileri ortalıkta fink atarken kolektif Ömer'in üstüne bu kadar gitmenin alemi yok diyorum. Tamam şakalar yapıldı, güldük, eğlendik bitti. Olayı ergen zevzekliği tadında sündürmenin ve Hıncallı, SelçukYulalı, Osman Tanburacılı, İlker Yasinli, Telegollü, Fotomaçlı spor camiasında Ömer Üründül sanki çok absürd, kaliteyi çok aşağılara çeken bir figürmüş gibi davranmanın alemi yok. Dünya kupasında bir bakıma mecburduk izlemeye dinlemeye fakat bundan sonra okumayız dinlemeyiz olur biter. Atla deve değil ya bu.


Taşları dökmeye devam edeyim. Neşeli Hayat'ı izledim geçen hafta. Çok güzel hareketler bunlar programını bir fikir edinecek kadar izlemişimdir ki o fikir pek olumlu olmadı. Seven sevmeye devam etsin lafım yok ama program esprilerinden oyuncularına, formatlarına kadar bildiğin itici geldi bana.

Kafamın bulanık olduğu bir vakit elimin altındaki filmlerden insanı yormayacak birini seçip izleyeyim dedim. Neşeli Hayat'ın afişine bakınca o televizyondaki olayın sinemaya uyarlanmış versiyonu olan dandik bir komedi filmiyle karşı karşıya olduğumu düşündüm. (İki dakika ayırıp konusu neymiş diye baksam olayı anlayacakmışım oysa.) Neyse izleyeyim bari havasında, pek de bir şey beklemeden hatta önyargılı şekilde bir başıma izlemeye koyuldum.

Daha başında anladım ki filmin benim sandığımla alakası yokmuş. Peşin peşin söyleyeyim ki ben filmi oldukça beğendim. Özellikle naif, saf, paylaşımcı, utangaç, sitem etse de kızamayan Rıza karakterini. Hem kurgulanan Rıza karakteri hem de Yılmaz Erdoğan'ın oyunculuğu ve kullandığı aksanı (hangi yörenin konuşması bu anlayamadım ya) pek hoşuma gitti.

Hayal tacirliği yapıp lüks ortamlardaki garip ayinlerinde insanlara Amerikan rüyasını satan titancı zevatı görünce her boku bilen adamın herbalifecılarla imtihanı geldi aklıma. Zamanında tecrübe ettikleri kare kare Rıza'nın başına geldi buyrun okuyun şurdan

Yoksul insanların nasıl işlediğini bilmediği bir sistemin içine çekilip, çarkların arasına nasıl sıkıştığını açıkça görüyoruz filmde. Hayatı çekilmez bir hal almışken ve paraya çok ihtiyacı olduğundan karısına bile söylemeye utandığı bir işi yapan ve aldığı 10 lira bahşişi "5 i senin 5 i benim, yok 9 lira vermiş 5 i senin 4 ü benim" diyerek onu taşıyan motositletli arkadaşıyla paylaşan Rıza'yı görüyoruz. Zaman zaman acımasızca eleştirdiğim Yılmaz Erdoğan'ın Anadolu insanının o hakkaniyet duygusunu kör göze parmak sokar gibi değil de böyle satır arasında, kıyı köşede kusursuz şekilde ifade edişini görüyoruz.

Yok ışık şöyleymiş, ses böyleymiş, Ersin Korkut olmamış, Noel Baba klışeymiş şuymuş buymuş sallayın hepsini bir kenara. Ayırın 2 saatinizi izleyin, birşey kaybetmezsiniz inanın.


Şimdi haberlerde dinliyorum sınırları korumak için özel birlik oluşturuluyormuş. Hükümet'in bakış açısı zaten bir süre önce dillendirilmişti. Kabinenin açık ara en antipatik üyesi Egemen Bağış profesyonel orduya geçilmesi şeklinde bir görüş dile getirdi. Böylece ciddi sayıda vatandaşın istihdam edileceğini ve işsizlikle mücadelede de yol alınmış olunacağını dile getirdi.

Böyle ilkin dinleyince makul ve mantıklı geliyor değil mi? Bir de benim gibi daha askerliğini yapmamış biriyseniz, ya da askere gitmesi yakın kardeşiniz, sevgiliniz, yakın arkadaşınız varsa daha bir mantıklı gelecektir bu sözler. Tabi profesyoneller gitsin mücadele etsin teröristlerle, sınırları onlar beklesin riski onlar alsın. Zaten onlar profesyonel olacak ya o yüzden daha az kayıp veririz Zaten komple profesyonel ordu fikri rafa kalktı şu an sınır birlikleri konuşuluyor. Ambalaj süslü. Ama gelin biraz altını kazıyalım bakalım.
.
Kapitalizm iliğimize kemiğimize kadar işledi baştakiler sağolsun. Doğuda teröre karşı kanlı bir mücadele veriyoruz millet olarak. Her ne kadar en tepedekiler ve ensesi kalınlar bir yolunu bulup çocuklarını kurtarsalarda toplumun geniş bir kesimi bu mücadelenin içinde ve riski paylaşıyoruz. Profesyonelliğe geçilirse ne olacak biliyor musunuz? Hizmet satın almanın kaypak psikolojisi ortaya çıkacak. O kadar işsiz güçsüz adam var ve askerliğe hevesliler. Biz niye gidelim askere, onlar gitsin savaşsın işte diyeceğiz. Kendi vicdanımızı böyle hileli akıl yürütmelerle aklayacağız. Zorla mı gönderdiler, gitmeselermiş diyeceğiz. Onların başına gelen her olaya bir alış veriş mantığıyla bakacağız hasılı parasını vereceğiz bizim yerimize başkaları ölecek. Kim o başkaları?

En alttakiler. Tutunamayanlar. Yüksek eğitim alamamış, geleceğe umutsuz bakan, yoksul ailelerin umutsuz, psikolojisi kötü çocukları. Bu çok açık çünkü elimizde ufak bir prototip var. Uzman Çavuş sistemi var şu an ve askerde kalıp uzman olmak isteyenlerin profili aşağı yukarı bu. Şartları ise rezalet. Ordu içinde yükselmeleri neredeyse imkansız, kariyer yok. Kariyeri geçtim emekli bile olamıyorlar. En riskli yerlerde görev alıyorlar. Önce insanları hayata tutunabilmek için canlarını ortaya koymaya mecbur bırakıp sonra da başka seçme şansları varmış gibi "zorla göndermedik, para alıyorlar o zman ölümü de göze alacaklar" diyeceğiz.

O zaman ne yapmak lazım?

Bu sorunun cevabı bende yok ama ne yapmamak lazım olduğu hakkında bişeyler söyleyebilirim sanırım. Bedelli askerlik diye bir saçmalık getiriliyor gündeme zaman zaman. Onu yapmamak lazım misal. Profesyonel sınır birlikleri kurulacaksa da A'dan Z'ye düzgün planlanmalı. Hem zamanında keyfiyetle hareket edip bölge haklına kafasına göre baskı yapan, tehdit eden, şuça bulaşan yapının tekrar hortlaması engellenmeli hem de madem bir kısım insanlar bizim yerimize gidip oralarda canlarını ortaya koyacaklar, en azından Onlar'a toplum ve devlet olarak maddi manevi her türlü imkan, saygı ve gelecek sağlanmalıdır. Daha geçen gün geçici orman işçisi olabilmek için iki ayağında platinle koşu ya katılan Gazi'yi izledim haberlerde. Mecburi askerliğini yaparken Gazi olana bunu reva gören devlet kendi isteğiyle asker olana neler yapmaz. Böyle durumların yaşanmayacağına bizi ikna etmek zorundalar en azından.

Saat 10:50 olmuş. Bu kadar lakırdı yeter. Gideyim de bari bir kahvaltı edeyim şu tatil gününde. Haydin herkese iyi hafta sonları...

|

4 Comments


"Arda'ya karşılık Messi'yi verseler üste kaç para veriyorsunuz? Derim" demiş gibi olacağım ama bana kalırsa teröre daha az şehit vermemizi sağlayacaksa ki eminim sağlayacaktır profesyonel ordu yerinde tercih olur. (Şimdi bu cümle halkın hassaslığını sömürü gibi oldu. "şehit haberi almamak başta gelir gerisi teferruattır, bunu eleştirmeyeceksin sanırım" havası oluşturmak gibi bir niyetim yoktu)

Bir ingiliz hocamdan ingilterenin profesyonel ordusunun bulunduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Günümüz şartlarına göre faal olan bir ordu profesyoneldi ve aksaklık da yoktu ki işliyordu. Bizde de neden olmasındı. Sonradan öğrendim ki birçok Avrupa ülkesi profesyonel ordu kullanıyor ve çoğu da yakın zamanda değştirmiş sistemini. Mesela Türkiye gibi terörle uğraşan İspanya 2003de profesyonel orduya geçmiş. Bu ülkeler araştırılıp ders çıkarılabilir, artıları ve eksileri ortaya konabilir sanıyorum.


Profesyonel ordu'ya katı bir şekilde karşı değilim. Geçilecekse bu geçişin ne koşullarda olacağı çeşitli uzmanlar tarafından enine boyuna tartışılması lazım.

Mecburi askerlik yaparken şehit ve gazi olan insanlara ve onların ailelerine yapılan muamaleyi (hem devlet hem toplum yapıyor bunu) görünce profesyonellik konusunda karamsarlaşıyorum.

Şimdi düşün 100bin paralı askerlerden oluşan bir ordu kurulsun. Kim olacak bu 100bin kişi? Hayata tutunamamış, eğitim alamamış, zenaat sahibi olamayan gençler. Türkiye'nin şu durumunu da göz önüne alırsak, onların orada ölüp gitmesi kimsenin umurumda olmayacak. Kendi seçti, kimse zorla göndermedi denecek sanki çok fazla seçme şansları varmış da onlar istememiş gibi. Şu anda bile bu sorunun üzerine kararlılıkla gidilmemesinin nedenlerinden biri çoğunlukla en alttaki kesimin çocuklarının zarar görmesi. Profesyonellikle bu durum resmiyet kazanacak ve verilen kayıplara istatistik gözüyle bakılmaya başlanacak. "Parasını ödediğimiz askerler orda savaşsın, işleri bu" mantığıyla daha bir umursamaz olacağız. Bu da sorunun çözümünden çok daha da kronikleşmesini sağlar fikrindeyim.

Mesleği askerlik olan insanlar tabiki daha etkin mücadele ederler terörle. Bunu kabul ediyorum ve artı hanesine yazıyorum. Fakat eksi hanesine yazdıklarım daha ağır basıyor.


Ben senin kadar karamsar bakmıyorum. 100bin hayata tutunamamış, hayata tutunabilir diye düşünüyorum. İş güç sahibi olacaklar, eğitim alacaklar. Şimdiki durumlarıyla kıyaslandığında daha iyi bir hayatları olacak.

Ayrıca işin ehli değilim ama artık neredeyse ölüm haberi almayacağız gibi geliyor eğer bu orduya geçirilirse. Kendi seçti, kimse zorla göndermedi de denmeyecek böylece.

Tabi bunlar sadece benim özsezilerim. Doğru çıkaklar diye birşey yok.


Profesyonellikle kayıplar muhakkak ki azalacaktır. Fakat çatışmanın tarzı ve doğası gereği kayıplar azalsada "neredeyse hiç" mertebesine düşmez. Ne kadar terörist imha edilirse edilsin dağda gezecek 5bin kişi hep olur. Sadece askeri yöntemlerle terör çözülmez söyleminin ardında yatan da budur. Bak bugüne kadar 30bin civarından kayıp verdi PKK ama hala dağda 5bin terörist var.

Benim korktuğum profesyonel orduyla bu soruna bakış açısının alış-veriş çerçevesine indirgenmesi.

Benimde fikirlerim varsayımlara ve akıl yürütmeye dayanıyor. Bana pek mümkün gözükmese de bambaşka, gayet olumlu sonuçlar da verebilir. Bir bakıma şeytanın avukatlığı yapıyorum. En kötü ihtimalleri düşünüyorum diyelim.

Copyright © 2009 BoŞ MuHaBBeT ; Hiçbir hakkı saklı gizli değildir, ortalık malıdır