0

Çakırcalı Efe

Posted by Trevanian on 20:47 in
Osmanlı, yegane üretim aracı toprak olan tipik bir tarım imparatorluğuydu. Toprak üzerindeki tüm mülkiyet hakkı padişaha aitti. Her aileye kendini geçindirecek ve devlete vergisini ödeyebilecek kadar toprak veriliyordu. Bu toprağın büyüklüğü, verime ve ailenin durumuna göre değişiyordu. Çok uzun seneler imparatorluğu taşıyan bu tımar sisteminin devletin zirve yaptığı Kanuni döneminde altı oyulmaya başladı. Sıcak paraya ihtiyacı olan devlet iltizam yöntemini getirdi. Devlet ileride toplayacağı vergileri peşin aldığı para karşılığında kişilere devrediyordu.


Alemdar Mustafa Paşa

Merkezi otoritenin zayıfladığı ve mültezimlerin giderek güçlendiği bir süreç sonunda Sened-i İttifak imzalandı. Âyanlarla imzalanan Senedi İttifak çokları tarafından Osmanlı'nın Magna Carta'sı denilerek özgürlükler ve ilerleme çerçevesinde ele alınır. Aslında bu anlaşma, fiili olarak çok büyük arazilerin kontrolünü ellerinde tutan, sayısı onbinlerle ifade edilen silahlı adam sahibi âyanların, toprak üzerinde mutlak mülkiyet sahibi olan padişahla giriştiği iktidar mücadelesinde zafere doğru atılmış önemli bir adımdır. Sened-i İttifakla eşrafın toprak üzerindeki fiili varlığı tanınmıştır. Bunun yanında Padişah II. Mahmud bir takım politik ve ekonomik yetkilerini âyan sınıfı ile paylaşmak durumunda kalmıştır. Bu sözleşmenin mimarı da Rusçuk Âyanı olan Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa'dır.

Senedi İttifak'la topraklar üzerindeki fiili işgalini saraya kabul ettiren eşraf bununla yetinmek istemez. Her ne kadar üretimin kontrolünü ele alsalar da mülkiyet hukuki olarak hala padişahın elindeydi. Padişah ters düştüğü eşrafın mülkünü müsadere etme hakkına sahipti. Bu riski de ortadan kaldırmak lazım geliyordu. Bir başka âyan-bürokrat işbirliği devreye girdi. Osmanlı'nın en tartışmalı vezirlerinden Sadrazam Mustafa Reşit Paşa modernleşme, Batı'ya entegre olma adına hazırladığı, Tanzimat Fermanı olarak da bildiğimiz o meşhur Gülhane Hatt-ı Hümayunu'na "mal ve can güvenliğinin sağlanması" maddesini de sıkıştırdı. Böylece kulağa hoş gelen laflar eşliğinde padişahın müsadere hakkı kaldırıldı ve özel mülkiyete geçişte önemli bir kavşak geçilmiş oldu. Takip eden yıllarda yapılan düzenlemelerle özel mülkiyet edinmenin önünde hiçbir engel kalmadı. Yüzyıllara yayılan bir süreçte ilk olarak köylünün işlediği toprağın vergisi ağalar tarafından toplanır oldu. Akabinde toprağın fiili hakları ve kontrolü ağaların eline geçti. Son olarak da Gülhane Hatt-ı Hümayunu'yla fiili olarak sahiplendikleri bu toprakları hukuki olarak da mülklerine geçirmiş oldular. Âyan-bürokrat işbirliği uzun süren bir mücadelenin sonunda üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirdiler. Bu sürecin tamamlanması 19. yüzyılın ortalarına denk gelir.

Toprak üzerindeki hakimiyetini her açıdan sağlamlaştıran eşraf köylü üzerindeki baskısını iyiden iyiye artırır. Kamu güçleride sıklıkla bu zulme göz yumar, yer yer ortak olur. İşte bu baskı ve haksızlık ortamında isyan bayrağını açan bazı köylüler çifti çubuğu bozup dağa çıkarlar. Bu şakilere Batı Anadolu'da Efe diyoruz biz. Bu çeçeveden bakıldığında efeliğin en yaygın olduğu dönemin 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreği olmasının tesadüfi olmadığı anlaşılır.

Efe çetenin başıdır. Efenin emrindekilere kızan denir, zeybek denir, yaren denir yerine göre.Kanundan kaçan, askerden kaçan, hasmından kaçan, mağdur olup intikam peşinde koşan soluğu bu efelerin yanında alırmış zamanında. Cesurlukları kadar gaddarlıklarıyla da bilinen efelerin halktan neden yüksek derecede saygı ve hürmet gördüğünü anlamak için dönem şartlarını da göz önünde bulundurmak faydalıdır.

Astığı astık kestiği kestik ağalar karşısında ezilen, devlette sesini duyuramayan, duyursada karşılık göremeyen reayanın hakkını hukukunu kollayan bir tek efeler kalır. Halka eziyet eden bir ağanın evini basıp haddini bildirklerine dair hikayeler muhtemelen abartılarak dilden dile yayılır.


Diğer toprak sahipleriyle yaşanan arazi münakaşalarında yanına güçlü bir eşkiya alanın eli kuvvetlenir olur. Bu sebepten ağalar sık sık dağa çıkmış adamı kendine yakın tutmak için onlara para akıtırlar. Fakat Toprak ağalarının dümen suyuna girenler, fakir halkın elindeki üç kuruşa el uzatanlar, kadınların kızların namusuna ilişenler bir şekilde silinip giderler. Hayatta kalan daha mühimi akıllarda kalan, türkülerde yaşayan, adı bugüne ulaşan efelerden olamamışlardır bunlar.

Fakir fukaranın hakkını gözeten, ağalardan gasp ettikleri parayla gençleri evlendiren, başkasının hakkına el koyanı, namusuna ilişeni çok zaman acımasızca cezalandıran, mertlikleriyle düşmanlarının bile saygısını kazanan efelerse işledikleri onca cinayete ve suça rağmen halkın sevgisini kazanmışlardır. Bir döneme damgasına vuran bu efelerin belki de en meşhuru Çakırcalı Mehmet Efe'dir.



Çakırcalı Efe kitabında bir devre damgasını vuran Çakırcalı Mehmet Efe'nin hayat hikayesi anlatılıyor usta romancı Yaşar Kemal tarafından. Gazetecilik yıllarında başlayan ilgisi üzerine yaptığı araştırmalara, edindiği belglere ve o dönemi yaşamış, olayların bir parçası olmuş insanlarla yaptığı konuşmalara danayarak yazmış romanı.

Çakırcalı Mehmet Efe İzmir'in Ödemiş ilçesinin bir köyünde , aftan yararlanarak düze inmiş eski bir efe olan Çakırcalı Ahmet'in oğlu olarak dünyaya geliyor. Daha çocuk yaştayken babası aynı zamanda arkadaşı olan Hasan Çavuş tarafından hileyle öldürülüyor. Mehmet belli bir yaşa geldiğinde babasının eski dostu Hacı Eşkıya'dan at binmesini silah atmasını öğreniyor. Bir başka baba dostu Hacı Mustafa'da O'na çok yardım ediyor. Mehmet'in intikam peşine koşmasından korkan Hasan Çavuş Mehmet'in icabına bakmtanın yollarını arıyor. Üzerine faili meçhul bir suç yıkıp hapse tıkmaya çalışıyor. Böylece Çakırcalı Mehmet dağa çıkmak durumunda kalıyor. Önce babasının eski dostlarından dağı taşı, işin inceliklerini öğreniyor. Efeliğe başlayan Çakırcalı Mehmet çabukluğu, kıvrak zekası ve silah kullanmaktaki marifetiyle kısa sürede büyük nam salıyor. Daha ilk eyleminde kimsenin dokunamadığı bir ağanın evine gece baskını yapıp ondan aldığı 200 altınla girdiği ilk köyde evlenememiş kızlarla erkeklere pay eder, paralarını kaybetmenin öfkesiyle üzerine gelecek olan eşrafa karşı halkı yanına çekmesini iyi becerir. Takip eden süreçte Efe su gibi kan akıtır, dağlarda kendi adını kullanarak halka eziyet edenleri yakalayıp diri diri yakar, topladığı tüm parayı köylüye dağıttığından her ev kendi evi her köy kendi köyü gibidir. Dağlarda yörükler bir dediğini iki etmezler. Efe'yi takibe düşen Hasan Çavuş'u bir pusuda alt eder ve babasının intikamını almış olur.

İlerleyen zamanda git gide güçlenen Efe Osmanlı'nın başına bela olmuştur. Kim bir haksızlığa uğrasa soluğu Efe'nin yanında alır. Malı mülkü yağma olan, köylüye diş geçiremeyen, Efe'nin zoruyla köprü yaptıran, toprak dağıtan eşraf durumdan iyiden iyiye rahatsız olmuş ve memnuniyetsizliğini yüksek makamlara iletmiştir. Üzerine saldıkları herkesin hakkından gelen Çarkıcalı ile uzlaşmaya karar verir İzmir Valisi. Efe düze inmeye dünden razıdır. İstemeyerek itildiği eşkıyalıkta babasının intikamını da almıştır zaten. Padişah fermanıyla af ister. Silahını bırakmama, kızanlarını dağıtmama şartı koşar. II. Abdülhamit'ten ferman gelir. Efe düze iner. Düzde rahat bırakmazlar tekrar dağa çıkmak zorunda kalır. Bu böyle birkaç defa devam eder. Osmanlı af önerir Efe her seferinde daha ağır şartlar öne sürer sonra tekrar dağın yolunu tutmaya itilir. Çakırcalı yaklaşık 16 yılı bulan efeliğinde İzmir, Aydın, Manisa'dan Konya'ya kadar geniş bir bölgede hüküm sürer. Ağalarla, zaptiyelerle, kendiyle rekabet eden başka efelerle, öldürdüğü insanların akrabalarından oluşan çetelerle mücadele eder. 16 sene boyunca Osmanlı'nın en seçkin subaylarının başedemediği bu eşkıyanın ünü yurt dışında bile almış yürümüştür. Sadece yanındaki 5-10 kızanıyla dolaşan Efe 4bin-5bin zaptiyeyle kuşaltıdığı zamanlarda bile ağır kayıplar verdirerek çemberi yarıp kurtulmasını bilmiştir. Efe'yi alt edemedikleri için bakanlar, valiler değişir. Balkanlarda çetecilere karşı büyük zaferler kazanan komutanlar Çakırcalı'yla giriştikleri mücadelede halka saraya rezil olup pes ederler.



Yaşar Kemal romanda Çakırcalı Mehmet'in başından geçen olayları, evliliklerini, ikili ilişkilerini, taktiklerini, kişiliğini ve kişiliğinin geçirdiği evrimi detaylı şekilde hikaye etmiş. Bunu yaparken her zaman ki gibi çok zengin bir dil kullanmış. Roman eski bir eşkıyanın akıllara durgunlık veren hikayesini anlatmanın yanında dönemin sosyal yapısı, toplumun takabaları arasındaki illişkileri, bölgenin dağı taşı, kasabaları, ileri gelenleri hatta kılık kıyafeti ve etnik yapısı hakkında da fikir veriyor.

Bugün hepimizin bildiği İzmir'in Kavaklar'ı türküsü de Çakırcalı Efe'ye yakılmıştır. Bahsi geçen Çakıcı, Çakırcalı efe oluyor. Ben en çok Tolga Çandar'dan dinlemeyi severim.

http://fizy.com/s/1eltuy

Haydin selametle...

|

0 Comments

Copyright © 2009 BoŞ MuHaBBeT ; Hiçbir hakkı saklı gizli değildir, ortalık malıdır