0

Portakalın Ardından

Posted by Trevanian on 17:56

Kezman'ı milli takım maçında çetnik işareti yaparken gösteren fotoğraflar büyük tartışma yaratmıştı. Pek çok Galatasaraylı da anında Bosna'ya aşırı duyarlı olup Kezman'ın Türkiye'den gönderilmesi için kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Zaten Fenerbahçe'nin daha önce Arkan'la ilişkilendirdikleri Lazetiç ve Mirkoviç'i aldığını hatırlattılar. Fenerbahçe yönetimi de Kezman'a politik açıklamalar yaptırarak gerginliği almaya çalıştı. Akabinde Galatasaraylı İliç'in de benzer fotoğrafları olduğu ortaya çıktı. Vay efendim Kezman'a şöyle dediniz İliç'e niye demiyorsunuz, buna şöyle dedin şuna demedin ıvır zıvır... Olan sadece Fenerbahçe ile Galatasaray'ın sidik yarışıydı.


Bugün bir başka sidik yarışı Kusturica üzerinden yapılıyor. Çok net söyleyeyim ben Kusturica'nın politik duruşundan hoşlanmıyorum. Ve bu fikrimin dinini/adını değiştirmesiyle alakası yok. Çünkü bunlar bireysel tercihidir saygı duymak gerekir. Türklerle Boşnakların ilişkisi hakkında ettiği sözlede alakası yok. O da yaygın bir iddiadır, tarihi gerçekliği konuya hakim insanlar tarafından araştırılır, tartışılır vs... Tek söyleyebileceğim bu yaptıklarının benim için şaşırtıcı olmadığıdır.


Benim Kusturica'dan hoşlanmama nedenim Bosna'da yapılan katliam sırasında ve Dayton sonrasındaki tutumudur. Bu çiçekli böcekli demeçlerle "Benim dedem müftüydü" kıvamındaki açıklamalarla gölgelenmeyecek kadar net bir tutumdur. Türkiye'de bazı sol gurupların da ısrarla savunduğu bu tutum kendisini Birleşik Yugoslavya anlayışına dayandırıyor. Yugoslavya'ın parçalanması Batı projesidir. Buna direnen Miloşeviç ve taraftarları emperyalizmle mücadele eden, kahramanlardır. Haliyle Batı'ya alet olan diğer unsurlar devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sekteye uğratan hainlerdir. Bunlara ne yapsan müstehak diyecekler de onu içlerinden diyorlar.


Yugoslavya'nın parçalanmasında Batı'nın rolünü inkar etmiyorum. Adım adım hayata geçirilmiş stratejik bir hamle olarak da kabul edin eyvallah. En iyimser varsayımla bile Miloşeviç'i aklayamazsınız. Bosna'da etnik ve dini kökene dayalı bir imha girişiminde bulunuldu. Bunun amacı net ve planlı bir girişim olduğu Karadziç'in savaş öncesi yaptığı konuşmalardan rahatça anlaşılabilir. Saldırının Boşnakları ve İslamı o coğrafyadan silmek için yapıldığı sayısız delillerle açıklanabileceği halde hala tartışılabilirdir. Tartışılamaz olan orada bir katliamın vuku bulduğudur. Tarihte mağduru ve sorumlusu bu kadar net olan bir olaya çok sık rastlanmaz. Bosna'daki katliama bir "Karşılıklılık" atfeden cahil de değil art niyetlidir. Karşılıklığı altı dolu bir şekilde dillendiremediklerinden ya siz anlamazsınız koncüktür var, emperyalizmin var vs diyerek bu barbarlığı normalleştirmeye kalktılar ya da katliamı sadece Mladiç, Karadziç, Arkan ile ilişkilendirdiler. Sanki Mloşeviç o sırada Nijerya devlet başkanıydı. Çetniklere her türlü askeri mühimmatı yağdıran Senegal ordusuydu. Mloşeviç Bosnalı Sırplar'ın paramiliter unsurlarıyla doğrudan ilişkilidir ve yapılan katliamın birinci dereceden sorumlusudur. Bahsedilen katliam kontrolden çıkmış bir cinnet hali değil en başından beri Büyük Yugoslavya değil Büyük Sırbistan ideolojine dayanan şövenist ve islam karşıtı bir planın ürünüdür.


İşte Kusturica bu silme girişimine ve temsilcilerine "Birleşik Yugoslavya" penceresine dayanarak açık şekilde karşı çıkmamış aksine ideolojik bazda temsilcisi olmuştur. Bosna katliamının en başından itibaren dolaylı yoldan Boşnakları suçlar/sorumlu tutar açıklamalar yapmıştır. Olaya karşılıklılık atfetmiştir. Bosna katliamı sırasında Osmanlıyı, Türkleri, İslamı çağrıştıran ne kadar değer varsa imha edildi. Zaten Srebrenitza öncesi Mladiç tarafından bu vaad edilmişti. Savaş sonrası Kusturica yıkılan Camilerin tam üzerine inşa edilen Kiliselerin açılışına katıldı. Çeknik işareti yaparken çekilen fotoğrafı işaretin dini bir simge olduğunu söyleyerek savundu. Çocuk değilseniz bilirsiniz ki Çetnik işareti en fazla Gamalı haç kadar dini bir sembol olabilir. İşte ben bu yüzden Kusturica'dan hoşlanmıyorum.


Şimdi söyleyeceklerimi de Kusturica hakkında bu kadar olumsuz düşünen birisi olarak söylüyorum. Şu anki sidik yarışının özü Kezman- İliç tantanasından bir gram ileride değil. Zaten protestolar hiçbir ayrım gözetilmeksizin katledilen/tecavüze uğrayan/kültürü yağmalanan mağdur Boşnak halkını gözetmiyor. Neymiş Türkler hakkında kötü! konuşmuşmuş. O Coğrafyanın insanları Osmanlı'ya bizim gözümüzle bakmıyorlar. İvo Andriç'in kara propaganda için değil bence gayet samimi ve inanarak yazılmış olan meşhur romanı Drina Köprüsü 'nde bunu açık şekilde farkedersiniz. Haliyle tarihi gerçeklik payı tartışılır bu sözlere celallenmek anlamsızdır. Tarihimize bu kadar çok değer veriyorsanız kimsenin itiraz edemeyeceği bilimsel ve detaylı bir şekilde gerçeğin öyle olmadığını ortaya koyan bir çalışma yaparsınız. Onun üzerine kim ne dese çok ciddiye alınmaz. Bir siyasi O'nu Sırp hayranı olmakla ihtam etti. Adam kafada Sırp olmayı nasıl bir yere oturtmuş siz düşünün.


Semih Kaplanoğlu hakkında izlediğim iki film dışında hiçbir malumat sahibi değilim. Yolda yanımdan geçse tanımam. Ve iyimser bir yaklaşımla O'nun protestosunun tamenen vicdani olduğuna inanmak istiyorum. O'nun dışında medyadaki çoğu tepkinin ve Kültür Bakan'ı dahil tüm resmi protestoların AKP ile CHP'nin sidik yarışından ibaret olduğunu düşünüyorum. Birisi siz nasıl Kusturica'yı getirirsiniz diyor öbürü Bursa'da getirdi niye tantana yapmadınız diyerek cevaplıyor. AKP tıpkı Kezman olayındaki Galatasaraylılar gibi Bosna'yı Katliam'ı çok önemsiyormuş gibi yapıyor. Bu olay üzerinden zaten İslami duyarlılığı olan kesimin gözünde sicili temiz olmayan CHP ye Antalya Belediye Başkan'ı üzerinden bir darbe daha vurmak için çirkin bir duyarlılık taklidi yapıyor. Bosna üzerinden siyasi bir linç girişimi var. Bursa'da olanlardan haberimiz yoktu diyorsunuz. Şimdi var. Hangi AKP yetkilisi hesap sormaya kalktı Bursa Belediye Başkanı'ndan ? Hani çok hassasınız ya bu konuda ? Niye resmi bir özür gelmedi ? Bursa ve Antalya Belediye Başkanlar'ı biz sanatına bakarız siyasi duruşu bizi ilgilendirmez demişler. Bu bir ilke olsa saygı duyarım fakat "Ben Kezman'ın futboluna bakarım geirisi beni ilgilendirmez" diyen Fenerliden daha kurnaz değilsiniz. İleride O İslama hakaret eden karikatürist gelse ya da Atatürk'ü aşağılayan bir yönetmen gelse aynı duruşu sergileyebilecek misiniz? O zaman da sadece sanata bakarız der misiniz?


Bende resmi bir organizasyonda böyle duruşa sahip bir yönetmeni görmek istemem. Bir vatandaş olarak bu benim en doğal hakkımdır. Görmek isteyen de ister. O da O'nun en doğal hakkıdır. Neticede Kusturica bu katliama katılmış, eylemsel bazda desteklemiş değildir. O'na karşı kızgınlığın sebebi net bir şekilde bu kıyımla mücadele etmesi beklenirken katliamcıların net bir şekilde propagandasını yapmasa da Onlar'a yakınlık göstermesidir. Partisi anlı şanlı katilleri kırmızı halılarla karşılarken Ertuğrul Günay'ın Don Kişot'luk yapması komik kaçıyor. El-Beşir'i , Bush'u Türkiye'de ağırlamadınız mı? Obama'ya ironik şekilde kurbanlar kesmediniz mi? Bu adamlar yakın tarihte meydana gelmiş en büyük katliamların birinci dereceden sorumluluarı değiller mi? Gücünüz ancak Kusturica'ya yetiyor değil mi? O'na sesiniz gğr çıkıyor. Tıpkı darbe dönemi dönemi Evren'e yalaklanıp adam kadayıfa dönünce cengaver kesilerek hesaplaşma mavalları okuduğunuz gibi.


Bosna'daki sıkıntılar anlık bir olay değil. Hala büyük zorluklarla boğuşuyor oradaki insanlar. Çok umurunuzda ya hadi bir ucundan tutun. En temel barınma, beslenme ve sağlık sorunlarının giderilmesi için birşeyler yapın. Sizi engelleyen kim ? Milyar dolarlık krediler alıyor sayısız rant/ihale dağıtıyorsunuz. Edindiğiniz servetin minik bir kısmını aktarın oralara. Yok işinize gelmez değil mi? Ramazanda çadır, Kurban'da kavurma yeter.

|
0

Karışmadan Birleşmek, Zıtlaşmadan Ayrışmak

Posted by Trevanian on 12:40
Tarih tekerrürden ibaret değildir elbet fakat zaman zaman tekerrürlere sahne olduğu da açıktır. Sunucu zevzekliği üzerine bina edilmiş bir programda Güner Ümit’in Kızılbaşlar üzerine yaptığı bir boşboğazlık kariyerinin sonu olmuştu. Bu sefer tekrar Star Tv’de , zevzeklikte Güner Ümit’i mumla aratan Mehmet Ali Erbil benzer bir münasebetsizliğe imza attı. Daha önce canlı yayında herifin birinin donunu indirmesi gibi kontrolsüzlüklerine alışık olduğumuz bu bu vatandaş gene sınırı aşmıştı. Güner Ümit gibi O’nun da programı yayından kaldırıldı. Kendisinin “Vay efendim benim alevi arkadaşlarım da var ” tadındaki savunması ve özrü programını kurtarmaya yetmedi.

Einstein’a ait olduğu iddia edilen “Bir önyargıyı yıkmak atomu parçalamaktan daha zor” diye bir söz var. “ Beni bir karım anladı O da yanlış anladı ” gibi arabesk bir söz de O’na isnat edildiğinden doğruluğuna şüpheyle yaklaşıyorum. (İkincisi gerçekten Einstein’a aitse Einstein’ın arabesk yavşaklığından utanırım) Kiminse kimin güzel laf etmiş söyleyen. Yerleşmiş yargıları yıkmak uzun vakit ve yoğun emek istiyor. Malum hala memleketin ciddi bir kısmı Almanlar yenildi diye bizim de yenik sayıldığımıza inanıyor. Hiç Almanlar biz yenildik diye kendilerini yenik sayıyorlar mı? Geçen gün nasıl sevindi terbiyesizler. Neyse önyargı diyorduk. TDK sözlüklerinde bile kendine yer bulan (Onca itiraza rağmen “Yanlış bir inanış”olarak nitelendirilsede sözlükten çıkartılmayan) bir şehir efsanesini tedavülden kaldırmak için çok uğraş verdi Alevi organizasyonları. Siz aslı astarı olmayan bir önyargıyı yıkmak için yıllarca iğneyle kuyu kazın zevzeğin biri çıksın sizin kuyuya kürekle kum atsın. Kim olsa celallenir, tepki koyar.


Bu vesileyle Aleviler’in problemleri bir kez daha yüksek sesle dile getirildi. Şüphesiz basit ama kemikleşmiş problemlerimizi çözmekten, onları çözecek siyaseti ve kurumları oluşturmaktan aciz bir milletiz. Çünkü Aleviler’in en çok şikayetçi olduğu problemler atla deve değil. Kabaca zorunlu din derslerinin kaldırılması ve Cemevleri’nin ibadethane olarak kabul edilmesi. Çözümü basit, iki üç düzenlemeye bakıyor.


Uzun yıllar Türkiye’de inançlı insanlar üzerinde “Dindarlara lafımız yok dincilerle mücadele ediyoruz” tarzı altı boş sloganlara dayanılarak terör estirildi. Özgürlükler kısıtlandı, linç kampanyaları yürütüldü. Haliyle toplumun büyükce bir kesiminde bir tepki bir dışlanmışlık hissi peyda oldu. Toplum ikiye bölündü. Hatta bu ikilik yer yer komediye varan davranışlara sebebiyet verdi.Uluslararası kapitalizme entegre olmuş, düzenle bütünleşmiş, yabancı ortakları olan, hisseleri borsada işlem gören Ülker üzerinden hesaplaşmaya kalktılar. Bir kesim Kola Turka’dan ötesini eve sokmayarak parasının gavurlara/yabancılara gitmesini engellediğine inanırken diğer kesimdekiler hayatlarını Ülker çokoprens ve çikolatalı gofretle mücadeleye adayarak Laik Cumhuriyet’e en büyük hizmeti verdiklerinden emindiler. Bu zıtlaşmaya sebebiyet veren baskıcı ve yasakçı zihniyete tepkili insanlar AKP’yi iktidara taşıdılar. AKP bütün siyasi başarısını inanç özgürlüğü eksenli propagandasına borçlu. Siz isterseniz buna dini siyasete alet etmek deyin değişen bir şey olmaz. Haliyle böyle bir arka plana sahip bir siyasi hareketten benzer sıkıntılar yaşayanlara karşı daha daha duyarlı olmasını bekliyorduk.

Tayyip liderliğindeki AKP iktidardaki sekizinci yılını geride bırakıyor. Bu sürede Aleviler’in problemlerinin çözümüne dair ne yapıldı? Tartışmalı bir çalıştay ve lafta kalan içi boş bir açılım. Devlet 15 yaşındaki ergenlere döndü. Açılacam açılacam diyor fakat icraat yok. Üstüne Cemevi’nin ibadethane kabul edilmesi için yapılan başvurulara verilen bir red cevabı var. Diyanete sormuşlar Cemevi ibadethane değildir demiş. Sahi iktidarın inançlar konusunda en şikayetçi olduğu bana göre de haklı olduğu konu neydi? Başkaları tarafından tanımlanmak. Başı kapalı kızlar istedikleri kadar bunun inançlarının gereği olduğunu söylesin, suyun başını tutanlara göre siyasi simge idi. Ve tartışma bitmiştir siyasi simge yasak başörtüsü de yasaktı. Bu ötekini tanımlama olayına etraflıca değinmek lazım ama kısaca mekanizma şöyle işliyor. Güçe hakim olanlar istediğini istediği gibi tarif ediyor ve kendi tarifini esas alarak yaptırımda bulunuyor ve yaptırım meşru bir zemine oturmuş imajı yaratılıyor. Sen durma seni tanımlayana öyle olmadığını anlat…


Bu uygulamaları demokrasiye aykırı ilan eden iktidar ne yapıyor? Probleminin sistemle değil onu işletenlerle olduğunu ve amacının bu düzene son vermek değil düzenin işletmecisi olmak olduğunu icraatlarıyla defalarca kez ispat ediyor.

Milyonlarca insan Cemevi’ni ibadethane olarak “tanımlıyor” ki sayının pek önemi yok aslında. Buralara giden oraları inşa eden insanlar Cemevi’ni ibadethane olarak görüyor. Fakat hükümet “Diyanet”e dayanarak ibadethane olmadığını kabul ediyor. Kültür merkezi diyelim, şunu diyelim bunu diyelim diyorlar. Afedersinizde kimin ne haddine birilerinin inancını onlara rağmen tarif etmek? Yanlış anlaşılmasın bu tarifte en masum kurum Diyanet’tir. Zira sen diyanete “İslam’da Cemevi ibadethane midir?” diye sorarsan sana tek ibadethanenin Cami olduğunu söyler. Cemevi’nin İslam’daki yeri teolojik bir problem/polemiktir. Muhattapları din bilginleri ilahiyatçılardır. Gel gelelim laik bir ülkede bir kesimin ibadethane olarak gördüğü mekanların İslam’a uygun olma şartı yoktur. Bu İslam dışı kesimler için geçerli olduğu kadar İslam içi guruplar içinde geçerlidir. Haliyle “Cemevi ibadethane midir ?” sorusunun muhatabı Diyanet değil Cemevlerini kullanan milyonlarca Alevi olmalıdır. Zira biz Diyanete “Havra ve Kiliseler ibadethane midir ?” diye sorsak adamlar haklı olarak gene “ Tek ibadethane Cami’dir ” derler. Burada kabahat soruyu Cemevleri’ni kullanan insanlara değil Diyanet’e soran iradededir. Alacağı cevabı bile bile soran iradededir.

Bu resimde tartışılması gereken Cemevlerinin statüsü değil Diyanet’in işlevi gibi duruyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev yetki ve laik bir devletteki pozisyonu nedir? Zaten Cami imamlığınında “meslek ” olması garip geliyor bana. Bu profesyonel meslek dalında istihdam olmanın şartları nedir mesela? “İş”i öğrenmiş, İmam – Hatip mezunu ama inançsız bir insan sınavı filan varsa bunun, yüksek puan aldığında atanmak zorunda değil mi? Zorundaysa, o imamım arkasında namaz kılan cemaate yazık değil mi? Atanmaması gerekiyorsa bu nasıl laiklik, devlet memurunun inancını ne hakla sorgular, sorgulamasını geçtim ne hakla inanmadığı için onu işinden edebilir ya da “inanmak” nasıl olurda bir meslek dalının önşartı haline gelir? Ayrıca bir kamu emekcisi olan imamların greve gitmesi nasıl bir kafa karışıklığına ve kaosa sebebiyet verir bir düşünelim. Ne bileyim, çalışma şartlarından rahatsız olan imamlar en yoğun sezonda iş yavaşlatmaya gidebilirler mi? Razamanda teravih namazları 3 saat sürse halimiz nice olur ? Bunlar benim kafamı kurcalıyor. Türkiye’de yürütülen laiklik tartışmalarının çoğunun suni olduğuna yürekten inanan ben en süt liman mevzu olan Diyanet’in kadrolarıyla beraber ilkesel olarak laikliğe en fazla arıza çıkaran kurum olduğunu düşünüyorum. Kaldırılsın, silinsin,yok edilsin de demiyorum faka tartışılsın. Görev ve yetkilerinin sınırları doğru çizilsin.

Bir de zorunlu din dersi uygulaması var. Hani şu geçen ay referandum sürecinde AKP’nin diline doladığı, topla tüfekle savaş açtığı, kınadığı, hesaplaşmayı vaad ettiği darbenin ürünü olan zorunlu din dersleri. Türkiye’de dini siyasete kelimenin tam anlamıyla alet eden birisi varsa Evren’dir. Yediği haltı halka meşru ve sevimli göstermek için samimiyetten uzak bir stratejik hamle olarak dini diyaneti dilinden düşürmemiştir. Kendi ağzından dinlediğim kadarıyla bu din dersi uygulamasını “Çocuklar iki rekat namaz kılmayı bilmesin mi canım” cümlesiyle açıklıyordu. Sonra kendisiyle çelişip “Zaten din dersi değil din kültürü dersi” cümlesini peşine iliştiriyordu. İşte darbe ürünü bu dersleri zorunlu olmakan çıkarmamak için atmadığı takla kalmadı darbe karşıtı(!) AKP’nin. AİHM kararına rağmen yan çizmeye, içeriğini acık değiştiriverebiliriz belki demeye başladılar. Şunu belirteyim ki temel dini bilgilerin yetkin kişiler tarafından oluşturulmuş müfredat ışığında öğrenilmesinde hiçbir sıkıntı görmüyorum. Hatta bunu şu anki Türkiye şartlarında bir ihtiyaç olarak görüyorum. Böyle bir ihtiyaçı gidermek için din derslerinin talep eden öğrencilere seçmeli olarak okutulması herkesin derdini çözer. Kimse şu an sahip olduğu bir haktan mahrum kalmış olmaz.

Türkiye’de kemikleşmiş bazı inanç sorunlarını çözmek kolay değil. Her ne sebeple olursa olsun yaratılmış bir kuşku ve endişe ortamı var. Bu sorunların giderilmesi için rahatlatılması ikna edilmesi gereken ciddi bir kitle var. Fakat Alevilerin problemleri öyle değil. Çünkü dile getirdikleri iki temel sorunun çözümünde arada çatlak sesler çıksa da toplumsal bazda bir muhalefet asla olmaz. Bu iki değişiklik kimseyi kendi yaşam tarzı konusunda endişeye sevk etmez. Haliyle şu iki basit değişiklik karşısında inatla direnen hükümetin demokratlığı, adeleti, vicdanı naylondur. Öyle sadece kendi ayağınıza basıldığında zıplamak marifet/erdem değildir. Zira bu kabiliyet hayvanlarda bile var.

|

Copyright © 2009 BoŞ MuHaBBeT ; Hiçbir hakkı saklı gizli değildir, ortalık malıdır